Muinüddin-i Çeşti, bir gün bir kimse ile,
Giderken, biri geldi karşıdan hiddet ile.
Yanındaki kişinin, yakasından tutarak,
Dedi: (Öde borcunu, hemen acil olarak!)
Ödiyecek parası, yoktu o adamın da.
Bu yüzden mahcup oldu, bu velinin yanında.
Muinüddin-i Çeşti, yaklaşıp o kişiye,
Kibarca rica etti: (Biraz mühlet ver) diye.
Lakin inatçı adam, (Olmaz) dedi cevaben.
(Onun bana borcu var, ödesin şimdi hemen!)
Mübarek, cübbesini çıkarıp serdi yere.
Bir anda doldu içi, altın ve gümüşlerle.
Buyurdu: (Alacağın ne ise, al buradan.
Ve lakin fazla alma hakkın olan paradan.)
Fakat o, altınları görünce yığın ile,
Alacağından fazla para aldı hırs ile.
Lakin eli kuruyup, tutmaz oldu bir anda.
Bu uygunsuz işine, pişman oldu sonra da.
Feryat edip dedi ki: (Tövbe ettim efendim.
Bir dua buyurun da, iyileşsin bu elim.)
Muinüddin-i Çeşti, merhamet etti yine.
Şifa vermesi için, dua etti Rabbine.
Bir anda iyileşti, adamın hasta eli.
Ve hatta eskisinden, oldu daha kuvvetli.
Eğilip, hürmet ile öperek ellerinden,
Talebe oldu ona, o günden itibaren.
Yine Muinüddin-i Çeşti hazretlerine,
Biri gelip, edeple oturdu önlerine.
Dedi ki: (Çoktan beri, zatınızı, bendeniz,
Görmeği, ne kadar çok istiyordum bilseniz.
Bu, nedense müyesser olmadı uzun müddet.
Hamd olsun ki şu anda, nasip oldu bu devlet.)
Muinüddin-i Çeşti, dinledi onu, fakat,
Onun bu sözlerine, hiç etmedi iltifat.
Sonra da buyurdu ki: (Haydi gel, durmasana.
Ne için geldin ise, bana onu yapsana.)
Adam bunu duyunca, hayret etti bir hayli.
Değişti beti benzi, çok mahcup oldu hali.
Titredi a’zaları sonra baştan ayağa.
Yüzünü yere koyup, başladı ağlamaya.
Dedi ki: (Ey efendim, biri, beni gizliden,
Buraya gönderdi ki, öldüreyim sizi ben.)
Daha sonra elini, sokarak iç cebine,
Bir bıçağı çıkarıp, koyuverdi önüne.
Dedi ki: (Ey efendim, kabul ettim hatamı.
Siz nasıl dilerseniz, öyle verin cezamı.)
Buyurdu ki: (Bu yolda, kötülük edene de,
İyilik, ihsan yapmak lazım gelir yine de.)
Sonra dua eyleyip, dedi ki: (Ya ilahi!
Sevdiğin kullarına dahil et bunu dahi.)
Ateş sizi yakacak
Vardı ki o zamanlar, Bağdat’ta yedi kimse,
Ateşe taparlardı, onların yedisi de.
Çekerlerdi hem dahi, her gün sıkı riyazet.
Yani nefislerine, ederlerdi eziyet.
Öyle yapmış idi ki, bu riyazet onları,
Altı ayda, bir lokma ekmekti gıdaları.
Böyle açlık, susuzluk çekerek gün ve gece,
Sonunda istidraca kavuştular böylece.
Cahil halk, gördüğünde onların bu halini,
Büyük zat bilirlerdi, maalesef her birini.
Muinüddin Çeşti’yi, işitip bu kâfirler,
Onun ile tanışıp, görüşmek istediler.
Geldiler bu maksatla, bulunduğu ülkeye.
Sordular: (Filan zatın hanesi nerde?) diye.
Nihayet evi bulup, huzuruna vardılar.
Lakin birden, büyük bir dehşete kapıldılar.
Peşinden bir titreme aldı bedenlerini.
O zat ise, heybetle, süzerek herbirini,
Buyurdu: (Siz Allah'tan, hiç utanmaz mısınız?
Hak teâlâ dururken, ateşe taparsınız.)
Dediler: (Biz ateşe taparız ki elbette,
Yakmasın hiç bizleri, dünya ve ahirette.)
Buyurdu: (Ey ahmaklar, ateş mabud olur mu?
Hiç ateşe tapanlar, yanmaktan kurtulur mu?
Zira tek Allah vardır, ibadete müstehak.
Böyle iman etmeyen, yanacaktır muhakkak.
Ve siz, böyle Allah’a, koştukça şerik ve eş,
Dünya ve ahirette, yakar sizi o ateş.
Bakın ben, tek Allah'a inanırım şu anda.
Bu yüzden ateş beni, yakmaz iki cihanda.)
Onlar hayret ederek, dediler: (Nasıl olur.
İsbat et bu sözünü, bakalım doğru mudur?)
Muinüddin-i Çeşti, (Peki) dedi ve hemen,
İçerden bir yığın kor alıp geldi yanarken.
Ve Allah'a sığınıp, avuçladı közleri.
Dehşetten açık kaldı kâfirlerin gözleri.
Hatta onun elinde, söndü yanan ateşler.
Hayretle şahit oldu, buna ateşperestler.
Ve o gün görür görmez, bu müthiş kerameti,
Nakşoldu kalblerine, İslam’ın muhabbeti.
O sırada gaibten, şöyle bir ses duydular:
(Ateş, halis mümine veremez asla zarar.)
Onlar, bütün bunları işiterek, görerek,
Hepsi iman ettiler, şehadet getirerek.
Oldular yedisi de, o zatın talebesi.
Hatta kısa zamanda, evliya oldu hepsi.
Nice kâfir kimseler, bir bakmakla yüzüne,
O anda iman edip, inanırdı sözüne.
Kendisinin Bağdat'ta bulunduğu yıllarda,
Gayr-i müslim bir kişi, kalmadı o diyarda.
|