Yunus Emre, manevi bir işaret alarak,
Vardı Taptuk Emre’nin hizmetine, koşarak.
Otuz yıl hizmet edip, zannetti ki, kendinde,
İlerleme olmadı manevi âleminde.
Üzüntüden, kendini atıverdi dağlara.
Baş açık, yalın ayak dolaşırken, bir ara,
Bir gün, iki kişiye rastladı birdenbire.
Onları çok severek, dost oldu onlar ile.
Yemek vakti gelince, dua etti birisi.
O anda indi gökten, yemek dolu bir tepsi.
Üçü de yiyip içip, şükrettiler Allah’a.
Akşam vakti, öbürü dua etti bir daha.
Yine aynı şekilde bir tepsi indi gökten.
Öyle ki, bu yemekler nefisti öncekinden.
Üçüncüde, Yunus’a dönerek o müminler,
(Sıra sende, şimdi de sen dua et!) dediler.
O zaman Yunus Emre kaldırdı ellerini.
Dedi ki: (Ya ilahi, mahcub eyleme beni.
Onlar, kimin ismiyle dua ettiler ise,
O zatın hürmetine bir sofra gönder bize.)
Duası biter bitmez, baktılar, biraz sonra,
İndi gökten bu sefer, daha büyük bir sofra.
Dediler: (Ey arkadaş, nasıl oldu bu böyle?
Sen, kimin hürmetine dua ettin ki, söyle.)
Dedi ki: (Siz söyleyin, siz nasıl ederdiniz?
Siz, kimin yüzü suyu hürmetine derdiniz?)
Dediler: (Taptuk Emre yanında hizmet yapan,
Yunus'un hürmetine istiyorduk her zaman.)
Yunus bunu duyunca, dergaha döndü yine.
Yattı Taptuk Emre’nin kapısı eşiğine.
O zaman, hocasının görmüyordu gözleri.
Evde, el yordamıyla yürüyordu ekseri.
Çıkıyorken, ayağı takılınca bir şeye,
Dedi: (Bizim Yunus mu, gelip yatmış eşiğe?)
Ve elinden tutarak, kaldırdı onu yerden.
Yunus, Yunusluğunu kazanmıştı o günden.
Dağdan odun taşıdı yıllarca o dergaha.
O manevi kapıdan, ayrılmadı bir daha.
Yunus unutulmadı yüzyıllar geçse bile.
Zira hizmet etmişti üstadına zevk ile.
|