İslam âlimlerinden, Abdullah-i Mürteiş.
Nefret ettiği şeydi, riya ile gösteriş.
O, bir sene girmişti, camide itikafa.
Üç gün sonra çıkarak, gitti başka tarafa.
Dediler: (İtikafa, girmiştiniz, ne iyi.
Sebebi ne idi ki, terk ettiniz camiyi?)
Buyurdu ki: (Camiye gelenler, ekseriya,
Hem ibadet yapıyor, hem gösteriş ve riya.
Halbuki Allah için yapmalı ibadeti.
Riya karışır ise, kalmaz ehemmiyeti.
Sıkıntı geldi bana, onların bu halinden.
İtikafı terk edip, camiden çıktım hemen.)
Abdullah-i Mürteiş, sahib-i kerametti.
Kalbden geçeni anlar, üstelik çok cömertti.
O devirde vardı ki, Müslüman, fakir bir zat,
Arzusu, hac yapmaktı, parası yoktu fakat.
Kalbinden geçirdi ki: (Abdullah-i Mürteiş,
Hediye etse bana, aba ve onbeş gümüş.
Alırdım o parayla, bir kova, biraz da ip.
Giderdim Beytullah'a, o abayı giyinip.)
Böyle, kendi kendine düşünürken bunları,
O ara, birden bire çalındı kapıları.
Koşup açtı kapıyı, o fakir mümin kişi.
Gördü birden kapıda, Abdullah Mürteiş’i.
Dedi: (Aman efendim, buyurun, hoş geldiniz.
Bu fakirhanemize, safalar getirdiniz.)
Elinde, bir paketle, bir kese vardı onun.
Buyurdu ki: (İçinde bir elbise var bunun.
Çok arzu ediyorsan, eğer hacca gitmeyi,
Giyersin hac yolunda, işte bu elbiseyi.
Şu kese içinde de onbeş gümüş para var.
Kova ve ip alırsın, yolda çok işe yarar.
Kim gitmeyi isterse o mukaddes yollara,
Gönderir Allah ona, hem elbise, hem para.)
O, bunları alarak, arttı aşkı, gayreti.
Daha da fazlalaştı, o zata muhabbeti.
O derdi ki: (Bir kalbde hastalık varsa eğer,
O, Rabbini bırakıp, insanlara meyleder.
Bu kalbi, hastalıktan kurtarmak için, yine,
Devam etmek gerekir, bir veli sohbetine.
Onların kalblerinde, hiç olmaz dünya hırsı.
Onlardır yer yüzünde, gönül mütehassısı.
Onların sohbetine, koşarsa biri şayet,
Kalb hastalıklarından kurtulur en nihayet.
İnsan hasta olunca, arar hep tabipleri.
Lakin kalbi hastadır, yok bundan hiç haberi.
Halbuki bu hastalık, hepsinden önce gelir.
Bunun ilacı ise, veliler sohbetidir.)
|