Şöyle nakledilir ki: Bu zatın zamanında,
Salih bir kimse vardı (Seyyid Ata) adında.
Bu kişi, bu veliyle ettiyse de mülakat,
Büyük zat olduğunda, şüphesi vardı fakat.
Bu yüzden ona karşı, şanına yakışmayan,
Bir davranış içinde bulunmuştu bir zaman.
Lakin tam o günlerde, dağdan haydut kimseler,
Bu kişinin köyüne baskın düzenlediler.
Bir oğlu var idi ki, aldılar onu esir.
Seyyid Ata, bu hale oldu çok müteessir.
Kendine bu belanın, nereden geldiğini,
Yakinen anlayarak, ayıpladı kendini.
Özür dilemek için bu büyük evliyadan,
Büyükçe bir ziyafet tertip etti o zaman.
Gayesi, almak idi o velinin gönlünü.
Şehrin eşrafını da çağırmıştı o günü.
Sofralar kuruldu ve hazırlık oldu tamam.
Mevcut idi sofrada, çeşitli türlü taam.
Hep gelmişler idi ki, sair davetlileri,
Ali Ramiteni de teşrif etti içeri.
O zaman Seyyid Ata, konuştu gayet veciz.
Dedi: (Ey davetliler, hoş geldiniz hepiniz.
Hamd-ü sena olsun ki Allahü teâlâya,
Pirimiz şerefine, geldik biz bir araya.
Yemeğe, ilk evvela başlamadan pirimiz,
El uzatmamalıyız yemeğe hiç birimiz.)
O, büyük bir edeple böyle söylediğinde,
Henüz başlamamıştı Ali Ramiteni de.
Kalbinde, ona karşı duydu sevgi, merhamet.
Şefkatle ona dönüp, buyurdu ki nihayet:
(Ey Seyyid, senin oğlun gelmedikçe buraya,
Ben de uzatmıyorum elimi bir lokmaya.)
Henüz bitmemişti ki, işbu temennileri,
Seyyid Ata'nın oğlu giriverdi içeri.
Çocuğu görür görmez evdeki davetliler,
Hayret ve sevinç ile, hep tekbir getirdiler.
O dahi çok sevinip, gördüğünde oğlunu,
Sarılıp sordu hemen, nasıl kurtulduğunu.
O dedi: (Onbeş günlük, çok uzak bir mahalde,
Mahbus bulunuyordum, ellerim bağlı halde.
Bir de baktım, burada buluverdim kendimi.
Bilmem ki nasıl geldim, kim çözdü ellerimi?)
Bu işin içyüzünü ederken herkes merak,
Seyyid Ata, sevinçle ayak üzre kalkarak,
Dedi ki: (Hamd ve sena olsun ki Rabbimize,
Böyle büyük bir veli ihsan eyledi bize.
Oğlumun, bu beladan halasına tek sebep,
Yüksek üstadımızın bir himmeti oldu hep.)
|