Bir gün, sevdiklerinden var idi ki bir kişi,
Tam yapacağı anda günah olan bir işi,
Bu velinin sesiyle, toparlandı ansızın.
Buyurdu ki: (Dur yapma, günahtır o yaptığın!)
Sonradan gördüğünde Ubeydullah Ahrar’ı,
Buyurdu ki: (Ateş bil haram ve günahları.
Bizi, yoktan yaratıp, vermişken her nimeti,
Kul, nasıl ona karşı işler bir masiyeti?)
Aynı kişi başka gün, yine uyup nefsine,
Şarap almış giderdi, bir akşam hanesine.
Lakin şarap testisi, çarparak bir duvara,
Kırılıp, içindeki döküldü hep yollara.
Anladı bu sefer de, bir ikaz olduğunu.
Tuttu o veli zatın hanesinin yolunu.
Ubeydullah-ı Ahrar buyurdu ki: (Evladım!
Bir kul, günah yolunda atmamalı bir adım.
Bilesin ki o testi, kırılmasaydı şayet,
Benim kalbim kırılıp, üzülecektim gayet.)
O kişi pişman olup, etti tövbe, istiğfar.
Günah işlememeyi, kendine etti şiar.
Başka bir talebesi var idi ki, pek fakir.
Bir seferden dönerken, oldu ona misafir.
Üstadın geldiğini görünce ev sahibi,
Çok sevindi, cennetten bir müjde gelmiş gibi.
Lakin o talebenin, genç ve güzel bir oğlu,
Vardı ki, bilmiyordu onun kim olduğunu.
Zira teşrif etmişti evlerine henüz ilk.
O genç, surat asarak, gösterdi hürmetsizlik.
Ubeydullah-ı Ahrar, görüp gencin halini,
Acıyıp, kendisine çekti onun kalbini.
Yavaşça buyurdu ki: (Doğru mu böyle yapmak?
Ben de, senin yüzünü kara edeceğim bak.)
Biraz sonra, aniden, genç fırlayıp yerinden,
Ubeydullah Ahrar’ın önüne geldi birden.
Dedi ki: (Ey efendim, uzak yoldan geldiniz.
Size ikram edeyim, ne arzu ederseniz.)
(Bir sıcak çorba getir) buyurunca o gence,
Ocağı yakmak için, koşuverdi hemence.
Çabuk yansın diye de, üflüyordu durmadan.
Öyle ki, yüzü gözü oldu hep is ve duman.
Ocak tutuşuyorken, onun üflemesiyle,
Kalbi de tutuşmuştu o zatın sevgisiyle.
Simsiyah yaptıysa da, yüzünü ocak isi,
Nurlandırdı kalbini, o velinin sevgisi.
Sonra, o pişirdiği çorbayı getirerek,
Kavuştu himmetine, bizzat ikram ederek.
O günden sonra artık, ayrılmadı yanından.
Çok istifade etti onun füyuzatından.
|