Halid-i Bağdadi ki, çok büyük bir veliydi.
Devrinin bir teki ve asrın müceddidiydi.
Osman-ı zinnureynin soyundan olan bu zat,
Bağdat’ta tevellüd ve eyledi Şam’da vefat.
Uzuna yakın boylu ve iri yapılıydı.
Buğday benizli olup, heybet ve vakarlıydı.
Burnunun orta yeri, yüksekçe idi biraz.
Sakalında, siyahtan daha az vardı beyaz.
Geniş göğüslü olup, güler yüzlü idi hem.
Onun gibi bir veli, az görmüştü bu âlem.
Daha küçük yaşında, başladı tahsiline.
Çabucak vakıf oldu, ilimlerin hepsine.
O devirde, ne kadar varsa ilim sahibi,
Dediler ki: (Bir âlim şimdi yok onun gibi.)
Yirmibir yaşındayken henüz bu mübarek zat,
Ulema ve avama, oldu hoca ve üstad.
Her taraftan insanlar, koştu onun dersine.
Şevk ile katıldılar halka-i tedrisine.
Zühd ve takva üzere, sade hayat yaşardı.
Zira temiz kalbinde, Resulün aşkı vardı.
Yegane düşüncesi şu idi ki bu zatın,
Hemen ziyaretine gitsin Resulullahın.
Çıktı bir gün nihayet Medine beldesine.
Geldi Resulullahın, mübarek türbesine.
Ziyaret adabını yerine getirerek,
Düşündü ki: Kendime, bir rehber bulsam gerek.
Kâmil bir veli bulup, ona teslim olmağı,
Öyle istiyordu ki, kalmadı hiç durağı.
Rastladı o günlerde, faziletli bir zata.
Dedi ki: (İhtiyacım var benim nasihata.)
O dedi ki: (Kâbe’yi ettiğinde ziyaret,
Edebe mugayir şey görürsen, eyleme ret.)
(Peki) deyip, oradan Mekke’ye geldi hemen.
Beytullaha dönerek, salevat okur iken,
Rastladı o sırada Beytullahta birine.
Kâbe’ye sırt çevirmiş, bakardı kendisine.
Düşündü: Utanmadan Kâbe’ye sırt çevirmiş.
Edebi gözetmiyor, hiç olur mu böyle iş?
O böyle düşünürken, dedi ki o zat ise:
(Niçin kötülüyorsun böyle beni ey kimse?
Bil ki mümine hürmet, önce gelir Kâbe’den.
Bunun için, yüzümü çevirmiştim sana ben.
Hatırla Medine’de görüştüğün o zatı.
Ne idi hem de onun, sana o nasihatı?)
Derhal özür dileyip, dedi ki kendisine:
(Beni de kabul edin talebeniz içine.)
O dedi: (Sen burada hiç durma bu iş için.
Hindistan’da hallolur, ancak senin bu işin.)
|