Ahmet Mekki Efendi, gizlese de kendini.
Bu fakir, çok görürdüm onun kerametini.
Çalışırdım yanında, zira katip olarak.
Aldım çok duasını, hizmetini yaparak.
O günlerde bir mektup geldi ebeveynimden.
Yazmışlar ki: (Ey oğlum, ayrıl memuriyetten.
Çünkü hem okuyorsun, hem de çalışıyorsun.
Bu halde çok yorulur, sonra hasta olursun.)
Peder ve validemin isteği üzerine,
Söyledim vaziyeti aynı gün kendisine.
O, buna çok üzülüp, oldu çok müteellim.
Buyurdu: (Ayrılmana rızam yok ama benim.)
Arz ettim ki: (Ben dahi, istemem bunu asla.
Velakin annem babam, istiyorlar ısrarla.)
Fakat o büyük insan, o sahib-i keramet,
Hiç razı olmadı ve demedi yine evet.
Bıraktım müftülüğü, buna rağmen yine ben.
Lakin o arıyordu, beni mütemadiyen.
Bir ay tamam olunca, teşrif etti evime.
O ayki maaşımı tutuşturdu elime.
Ben, ikinci ay dahi, gitmedim hiç yanına.
O, yine maaşımı getirip verdi bana.
Onun temiz kalbine malum olmuş bir şeyler.
O şeyin zuhurunu bekliyormuş o meğer.
Hakikaten iki ay geçmişti ki aradan,
Bir mektup daha geldi, o günlerde babamdan.
Yazıyordu: (Madem ki büyük zatmış o kişi,
Devam et hizmetine, bırakma sakın işi.)
Mektubu okuyunca, sevindim için için.
Lakin geçti iki ay üzerinden bu işin.
Mahcubiyet içinde, düşündüm ki o sıra:
Şimdi ben, hangi yüzle giderim o huzura?
Bana, (Ayrılma!) diye, etmişti çünki ısrar.
Ne yüzle huzuruna giderdim şimdi tekrar?
Lakin o, bizim gibi basit insan değildi.
Resulün ahlakıyle süslü ve ziynetliydi.
Allah için sevinir, kızardı Allah için.
Ve hiçbir hareketi, olmazdı fena, çirkin.
Velhasıl Müftülüğe geri geldim ben tekrar.
Düşünürdüm: Acaba beni nasıl karşılar?
Mahcup bir vaziyette, içeri girdiğimde,
Kalktı Müftü Efendi, otururken yerinde.
Sevgiyle kucakladı fakiri, pek de içten.
Yüzü, sanki (Ay) gibi parladı bu sevinçten.
Dedi: (Abdüllatif'in gelmesi şerefine,
Haydi kalkın, gidelim hep öğlen yemeğine.)
O gün öyle sevinip, neşelendi ki gayet,
Personelin hepsine, verdi büyük ziyafet.
|