Habib-i Acemi ki, henüz tövbe etmeden,
Zengin olup, faizle uğraşırdı önceden.
Fırat nehri yanında bir kulübe yaparak,
Kendini, ibadete vermişti tam olarak.
Öyle haz alırdı ki ibadet ve sohbetten,
İhmal etti birkaç gün evini bu sebepten.
Hanımı, kendisine dedi ki o günlerde:
(Ey Habib, erzakımız kalmadı, bitti evde.)
Hiç bir şey söylemedi o zaman zevcesine.
O sabah çıktı evden, geldi kulübesine.
Ve hatta, (Çalışmaya gidiyorum) diyerek,
İbadet etti yine, sabahtan akşama dek.
Akşam eve gelince, dedi ki zevcesine:
(Ey hanım sen üzülme, huzur gelsin içine.
Zira öyle bir zata ediyorum ki hizmet,
Çok cömert, pek kerimdir, şefkati boldur gayet.
Bugün, hiç ayrılmadım ben Onun hizmetinden.
Bir şey istemeye de, utandım kereminden.
Ümit ediyorum ki, gönderecek O fakat.
Zira hizmet edene, lütfediyor kat be kat.
Ey hanım, biraz daha sabredersen sen eğer,
Umarım, o kerim zat, bize dahi lütfeder.)
Çok sevindi hanım da, bunları işitince.
O dahi, ibadete bel bağladı iyice.
Habib, gündüz sohbetle, gece de ibadetle,
Geçirip, bir kaç gün de geçmişti bu suretle.
Bir gün öğle üzeri, geldi ki hatırına:
Akşam eve gidince, ne desin hanımına?
Nihayet akşam oldu, yöneldi eve yine.
Mahzun ve mahcup halde, yaklaşırken evine,
O üzüntülü hali, kayboldu, gitti birden.
Zira güzel kokular geliyordu evinden.
Dikkat etti, yemek ve et kokusuydu bunlar.
Düşündü ki: Bu işte, ilahi bir hikmet var.
O, kapıyı çalmadan, karşıladı zevcesi.
Gördü ki, yerindeydi hanımının neşesi.
Dedi ki: (Ey efendi, hizmet ettiğin o zat,
Ne kerim ve ne cömert bir zat imiş hakikat.
Zira öğle üzeri, geldi ki birileri,
Hepsi beyaz giyinmiş, parlıyordu yüzleri.
Sırtlanmıştı hepsi de, erzak yüklü çuvallar.
Undan, tâ ete kadar, ne lazımsa hepsi var.
Dediler ki: (Beyinin hizmet ettiği o zat,
Bunları, bizim ile gönderdi size bizzat.
Dedi ki: Arttırırsa Habib bu hizmetini,
Biz dahi arttırırız onun bu ücretini.)
Hakikaten ne kerim, ne cömert zatmış meğer.
Gönderdiği bu erzak, aylarca bize yeter.
O zatın hizmetinden sakın ayrılmayasın.
Zira böyle kerim zat, bir daha bulamazsın.)
|