Seyyid Ahmed Merami bir manevi işaret,
Alarak, Erzurum’a ulaştı en nihayet.
Osman Bedreddin için gelmişti Buhara’dan.
Onun o duasını, işitmişti oradan.
Seyyid Ahmed, gelerek Bevelkasım köyüne,
İlim ve hikmet saçtı insanların gönlüne.
Anladı herkes onun bir veli olduğunu.
Osman Bedreddin dahi, işitti bir gün onu.
Yanına varmak için, büyük sevinç içinde.
Gelip buldu o zatı caminin girişinde.
O, bu genci görünce, sevinip buldu huzur.
Dedi ki: (Aradığım o kişi işte budur.)
Ve ona seslendi ki: (Hafız Osman Bedreddin!
Gözlerim yolda idi, merhaba safa geldin.)
Kalblere tesir eden o mübarek sesiyle,
Böyle hitab edince hem de kendi ismiyle.
Kalbinde buldu birden, onun muhabbetini.
Yaklaşıp, hürmet ile öpüverdi elini.
Ders almak isteğini arz etti ona hemen.
O da şöyle buyurdu, bu teklife cevaben:
(Buhara’dan kalkıp da, senin için bahusus,
Buraya geliriz de, ders vermez olur muyuz?)
Osman, onun dersini zevk ile dinliyordu.
Her sözünden, gönlüne sanki nur iniyordu.
Artık o, Erzurum’dan, Bevelkasım köyüne,
Her gün gelip, bu zatın otururdu önüne.
Üç saatlik bir yoldu, iki yerin arası,
Çıkardı Erzurum’dan, her gün gece yarısı.
Sabah namazı vakti, yetişirdi köye tam.
O sohbete, yıllarca devam etti muntazam.
Sıcak soğuk, yaz ve kış, fırtına, yağmur, tipi,
Olsa dahi, o yine gidiyordu kuş gibi.
Ne meşakkat olsa da, zor gelmezdi ona hiç.
Bilakis o yollarda bulurdu huzur, sevinç.
Yine bir gün, erkenden giderken o veliye,
Yakalandı aniden şiddetli bir tipiye.
Son derece bunalıp, çaresiz kaldı birden.
Bir adım ilerisi, görünmezdi tipiden.
Bu durum karşısında, Rabbine güvenerek,
Bulunduğu mahale oturdu diz çökerek.
Annesinden duyduğu şu güzel ilahiyi,
Söylemeye başladı, hem gayr-i ihtiyari:
(Hak şerleri hayreyler, zannetme ki gayreyler.
Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.)
O sırada aniden, beyaz at üzerinde,
Nur yüzlü bir genç gelip, selam verdi önünde.
Atının terkisine bindirip kendisini,
Dedi ki: (Üşümüşsün, götüreyim gel seni.)
|