Sekiz on yaşlarına girmişti ki o daha,
İbadet ediyordu tenhalarda Allah’a.
Devrin âlimlerinden, Şenbeki hazretleri,
Duydu ki, bu çocuğun var üstün hasletleri.
Arayıp, en nihayet ormanlık bir mahalde,
Buldu onu, Allah’a ibadet eder halde.
Oynardı hem yanında, bir aslanla, bir köpek.
Şaşırdı, hayret etti, o bu hali görerek.
Arkasından yaklaşıp, bir selam verdi ona.
O, hiç dönüp bakmadan, cevap verdi selama.
Şenbeki hazretleri, o zaman buyurdu ki:
(Bir sualim var idi, şu anda oldu iki.
Biri, şu iki hayvan, düşman iken her zaman,
Şimdi nasıl oynuyor, köpeğinle bu aslan?)
Dedi ki: (Hak teâlâ, temizledi kalbimi.
Ben o zaman dost gördüm, aslanla köpeğimi.)
Bu cevabı beğenip, buyurdu ki: (Evladım,
Seninle sohbet etmek istiyor benim canım.)
(Annemden izin alıp, geleceğim) dedi ve,
Müsaade almak için, oradan gitti eve.
İzin alıp gelince, çok sevindi Şenbeki.
İçinden geldiğince, şöyle hitab eyledi:
(Merhaba Ebül Vefa, ahdine ettin vefa!)
Ondan sonra künyesi, kaldı hep (Ebül Vefa).
Bir gün de, Ebül Vefa, hocası Şenbeki’yle,
Evde sohbet ettiler, üç gün aşk ve şevk ile.
Dördüncü gün, hocası, dedi: (Ya Ebül Vefa!
Velilerin ruhları, her senede bir defa,
Falan yerde bulunan, sahrada hazır olur.
Peygamber-i zişân da, o mecliste bulunur.
O gecenin feyzinden almak için bir nasip,
Biz dahi bulunalım, görüyorsan münasip.)
(İyi olur efendim) deyince Ebül Vefa,
Gece vakti, birlikte gittiler o tarafa.
Gördüler ki, toplanmış bir nice ehl-i hikmet.
Allahü teâlâya, ediyorlar ibadet.
Biraz vakit geçince, gökyüzü cihetinden,
Gök gürlemesi gibi, bir nida geldi birden.
Sonra da, nurdan bir tac, zahir oldu o saat.
Ve onun ışığında, aydınlandı kâinat.
Yavaş yavaş alçalıp, yaklaştı cemaate,
Belli ki, konacaktı birisi bu devlete.
O tac, nurlar içinde inerek yere kadar,
Seyyid Ebül Vefa’nın başında kıldı karar.
Çok sevindi hocası, bu ilahi ihsana.
Buyurdu ki: (Ya Tac-ül arifin, müjde sana.)
(Tac-ül arifin) oldu ondan sonra lakabı.
Velilerden ilk önce, o almıştı bu adı.
|