Kumral Abdal "rahmetullahi aleyh", Bileciğin Bozöyük ilçesini nurlandıran bir Osmanlı akıncısıdır.
Bozöyük’ün üç km kadar yakınında, Kandilli köyüne giderken solda kalıyor türbesi.
Bir gün aldı çıkınını, çıktı sahraya.
Sevenlerinden biri de gizlice takip ediyordu arkasından.
Mübarek zat, bir dağın eteğine varıp, açtı çıkınını.
Kuru ekmeği suya banıp yedi.
Sonra zikre başladı.
Fakat o da ne?
Dağ taş iştirak ediyordu bu zikre.
Ağaçlar ve vahşi hayvanlar da katılınca, yer gök, “Allah! Allah!” diye inledi bir zaman.
Kendisi yemiyordu
Bir Ramazan ayında Konya’ya gitmişti.
Konyalılar ona iftarlık yemek getirdiler.
Ancak kendi yemedi.
Verip doyurdu bir fakirin karnını.
Ertesi gün yine getirdiler.
Onu da verdi bir fakire.
Nihayet onuncu gün gelip rica ettiler:
- Hocam! Lütfen bugün getireceğimiz yemeği siz yiyin artık.
Cevaben;
- Pekala, buyurdu. Etli ve yağlı olsun öyleyse.
Sevinip getirdiler istediği yemeği.
Tam iftar edecekti ki, çalındı kapısı.
Açtığında bir fakir vardı kapıda.
Yalvarıyordu:
- Çok acım. Allah için biraz yemek!
Yemeği olduğu gibi verdi fakire.
Kendisi su ile iftar etti yine.
Cennete girmek için
Bir gün de huzuruna bir genç gelip;
- Efendim, Cennete girmenin en kestirme yolu nedir? diye sordu.
Cevaben;
- Emr-i maruf yapmaktır, buyurdu.
Delikanlı ilk kez duyuyordu bu kelimeyi.
- O nedir ki hocam?
- “Emr-i maruf”, Allahü teâlânın kullarına doğru yolu öğretmektir evladım. Yani insanlara İslamiyet’i anlatıp, ebedi saadete kavuşmalarına sebep olmaktır.
Genç rica etti:
- Bir şey daha sorabilir miyim efendim?
- Tabii yavrum.
- Su-i zan günah mıdır hocam?
- Elbette günahtır.
- Peki, büyük günahlardan mıdır?
- Tabii. Bir insanın hayatı boyunca kazandığı “Sevaplar” terazinin bir kefesine, “Su-i zan günahı” da diğer kefeye konsa, bu kefe ağır gelir.
Ve ekledi:
- Üstelik “Kul hakkı”na da girer ki, bu haktan kurtulmak çok zordur ahirette. Çaresi bulunmaz.
|