Ahmet Siyahi hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Kastamonu Velilerindendir.
1874 de, doksanbeş yaşlarında vefat etti.
Bu zatın sevdiği bir komşusu vardı ki, hastalandı bir gün.
Büyük Veli ziyaretine gitti bir akşam.
Hâl hatır sordu:
- Geçmiş olsun komşu, nasıl oldun?
- Çok şükür hocam, belim ağrıyor biraz.
Teselli etti kendisini:
- Allah şifa versin. İnşallah kısa zamanda iyileşirsin. Ama bilesin ki hastalıkta şifa vardır.
Adam şaşırdı birden:
- Hastalıkta şifa mı vardır efendim?
- Evet. İnsan hasta olunca, ne kadar aciz, ne kadar zavallı olduğunu çok iyi anlıyor, değil mi?
- Evet, aynen öyle efendim.
- Hatta bazen ne kadar çaresiz olduğunu görüyor.
- Evet hocam.
- Ayrıca hasta olan kimse “Ölüm”ü hatırlıyor. Günahlardan kesiliyor. Allah’a daha bir yakın hissediyor kendini. En azından şifa vermesi için durmadan yalvarıyor Rabbine, öyle değil mi?
- Öyle efendim.
Buyurdu ki:
- Kulluk da budur zaten. İnsanın, Rabbine karşı kendini aciz görmesidir. Bu da kalb için şifadır işte. Manevi şifa yani.
- Şimdi anladım hocam.
Çok sevap kazanmak için
Bir gün de bir talebesi geldi ve;
- Hocam, bana, çok sevap kazandıracak bir ibadet söyler misiniz, diye rica etti.
Sevgiyle baktı gence:
- Çok sevap kazanmak istiyorsan, insanların sıkıntılarını gider evladım. Rahatlat onları.
Delikanlı arzetti:
- Efendim, ben çok sevap kazandıracak bir ibadet sormuştum. Hani namaz kılmak gibi, oruç veya zikir gibi falan.
Büyük Veli tebessüm etti:
- Sen çok sevap kazanmak istemiyor musun evladım?
- Evet hocam, istiyorum.
- Öyleyse insanların dertlerine deva ol, kalblerine ferahlık ver, ihtiyaçlarını gider, sevindir onları.
Ve izah etti:
- Bak evladım, bir Müslümanın bir ihtiyacını görmen, bir sıkıntısını gidermen veya herhangi bir şekilde onları sevindirmen, “bin sene” nafile ibadet etmenden daha sevaptır. Şimdi anladın mı?
- Anladım efendim.
|