Yasir “radıyallahü anh”, kimsesiz, yoksul bir kimse idi.
Bir iş bulmak ümidiyle memleketi olan Yemen’den çıkıp Mekke’ye geldi ve Ebu Huzeyfe ile tanışıp, yanında hizmetçi olarak çalışmaya başladı.
Efendisi, onu cariyesi Sümeyye ile evlendirdi sonra.
Gel zaman git zaman iki de oğulları oldu.
Ammar ve Abdullah.
Ebu Huzeyfe ve kabilesi, Yasir ailesini çok seviyordu.
Ama nereye kadar?
Sevgili Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” İslam’ı tebliğ edince, Yasir ailesi, bir ağızdan kelime-i tevhidi haykırdılar:
- La ilahe illallah! Muhammedün Resulullah!
İşte müşriklerin o sahte sevgileri, nefrete dönüştü o anda.
Ve işkence başladı.
Derhal bu dört müstesna kişiyi kıskıvrak bağlayıp, kızgın saçtan farksız taşların üzerine yatırdılar.
Ve en ağır işkenceleri yaptılar bu zavallılara.
Neden?
İslam’dan dönsünler, diye.
Sıcaktan dilleri damaklarına yapışır, kırbaç izlerinden süzülen kanlar ayaklarına iner, beyinleri fokur fokur kaynardı sıcaktan.
Peki netice verdi mi?
Hayır.
Çünkü inanmışlardı bir kere.
- Derimizi yüzseniz, etlerimizi dilim dilim kesseniz de yine dönmeyeceğiz! diye haykırdılar.
Bu nasıl imandı ya Rabbi?
İşte gerçek iman bu olsa gerek.
Az daha sabredin!
Bu dört sahabi, ağır işkenceler altında kıvranıyorlardı ki, Resulullah efendimiz aleyhisselam oraya teşrif edip, bu biçareleri teselli eylediler:
- Ey Yasir ailesi! Az daha sabredin ki, mükafatınız Cennet olacaktır!
Sonra üzgün olarak ayrıldılar.
Aradan fazla zaman geçmemişti ki, Yasir “radıyallahü anh”, işkencelere dayanamayıp ruhunu teslim etti.
Evet, İslam “ilk şehid”ini vermişti
“radıyallahü teâlâ anh”.
Peki, onun şehadetiyle zulüm bitmiş miydi?
Maalesef hayır.
Azgın kâfirlerin gözünü kan bürümüştü bir kere.
Yasir “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden sonra diğer üçünde yoğunlaştırdılar işkenceyi.
Ya dönmelilerdi İslam’dan,
Ya da ölmeliydiler tek tek.
Onlar ölmeyi tercih etti.
Nitekim az sonra, Abdullah da şehit olup ruhu Cennete uçtu.
“radıyallahü teâlâ anh”.
|