Sad bin ebi Vakkas “radıyallahü teâlâ anh”, Kufe’de vali iken ev yaptırmak istedi.
Arsayı buldu.
Ancak arsanın yarısı bir mecusiye aitti.
Rica etti adama:
- Hisseni bana satar mısın?
- Hayır, satmam.
- Ne istersen vereyim.
- Olmaz.
Tam vazgeçiyordu ki, yakınları karşı çıktılar:
- Bir mecusiye mi yalvarıyorsun? Sen bu yerin valisisin. Parasını ver, işi bitir.
Mecusi, bunu anlayınca, üzgün vaziyette eve gitti.
Hanımı akıl verdi ona:
- Üzülme, Hemen Medine’ye git. Orada bunların adil bir halifesi var. O çözer bu işi.
- Peki deyip, düştü yollara.
Medine’ye vardığında sordu birine:
- Halifenin sarayı nerdedir?
- Onun sarayı yok ki.
- Peki nerde bulurum kendisini?
- Sahradadır o şu anda.
Ayrılıp çıktı sahraya.
Ancak ne gelen vardı, ne giden.
Toprak üzerinde uyuyan heybetli birini gördü.
Uyandırıp sordu ona:
- Arkadaş! Halifeyi gördün mü buralarda?
- Halife benim. Ne istiyorsun?
Adam inanamadı.
Ama yine de anlattı derdini.
Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” kalktı ve birlikte eve gidip emretti hizmetçisine:
- Bana bir parça kağıt getir çabuk.
- Kağıt yok efendim.
- Bir deri parçası da olabilir.
- O da yok efendim.
- Bir kemik parçası getir öyleyse.
Hizmetçinin getirdiği yassı bir kürek kemiği üzerine şöyle yazdı:
- Ya Sa’d! Üzme bu geleni. Yoksa yanıma gel!
Ve uzattı onu mecusiye:
- Bunu o valiye götür! İşini halletsin.
Dudak bükerek aldı kemiği.
“Boşa gelmişim” diye de geçirdi içinden.
Ama yanılmıştı.
Hazret-i Sa’d “radıyallahü teâlâ anh”, mecusiyi karşısında görünce titremeye başladı.
Tanımıştı kemikteki yazıyı.
Yalvardı adama:
- Ne istersen yapayım. Yeter ki gönderme beni Halifeye.
Adam hayretinden bayılıp düştü.
Ayılınca, hibe etti arsayı valiye.
|