Peygamberliğin ilk yıllarıydı.
İnsanların tek tek Müslüman olmaları, Mekkeli müşrikleri rahatsız ediyordu.
Bu yüzden Peygamber efendimiz aleyhisselamı kimse görmemeli, dinlememeliydi.
Onun için etrafına görünmez duvarlar çekiyor, Onu diğer insanlardan tecrit etmeye çalışıyorlardı.
Nasıl mı?
Kolay.
Yalan, iftira, dedikodu.
Bunlar ne güne duruyordu.
Mekke’ye bir yabancı gelmeyegörsün.
Hemen etrafını sarıp, kıskaca alırlardı garibi.
Efendimiz aleyhisselam hakkında olmadık şeyler söyler, onunla görüşmesine mani olurlardı.
İftirada hudut tanımazlardı üstelik.
Tekrardan da.
Aman, dikkatli ol!
Tufeyl bin Amr da kıskaca aldıklarından biriydi işte.
Halbuki o, Arap lisanının ustalarındandı.
Şairdi sonra.
Onu Mekke’de görünce etrafını sardılar bir anda:
- Aman ha, dikkatli ol!
- Hayrola, neye dikkat edeyim?
- Hani hatırlar mısın? Abdülmuttalibin bir yetimi vardı.
- Muhammed-ül emin mi?
- Evet ya. işte O, Peygamber olduğunu söylüyor. Şaşırdın değil mi?
Tufeyl cevap vermedi.
Onlar devam ettiler:
- İkilik soktu aramıza. Baba ile oğulu, karı ile kocayı birbirine düşürdü. Kardeşi kardeşe düşman etti. Sen sen ol, onu göreyim deme sakın. Karşılaşırsan yolunu değiştir. Yoksa sihrine kapılırsın. Sözleri büyüler seni de.
- Ne yapayım peki?
- Uzaklaş buradan. Terk et Mekke’yi.
Bunları söyleyenler sıradan kimseler de değildi hani.
Kureyşin en seçkin insanlarıydı.
Tufeyl, şaşkın ve tedirgindi bu yüzden.
Ve verdi kararını.
Şayet Onunla karşılaşırsa konuşmayacak, bir şey söylerse cevap vermeyecekti.
Kulaklarına pamuk tıkayıp çıktı evden.
Beytullaha gidiyordu.
Kâbe’ye vardığında, Efendimiz aleyhisselam namaz kılıyordu.
O da gidip, Peygamber efendimizin yakınında durdu.
Daha doğrusu ayakları götürdü onu oraya.
Görünmez bir kuvvetle çekilmişti sanki.
Ve olan oldu.
Kur’an-ı kerimin bir bölümünü işitti ister istemez.
Ve hayran oldu tabii.
İnanılmaz bir haz duydu.
Dahası, o kelamın devamını dinlemek için dayanılmaz bir istek oluştu içinde.
Ama söz vermişti.
Onun sözlerini dinlemeyecekti.
Kısa bir an bocaladı.
Ama sonra;
“Niçin?” dedi. “Niçin dinlemeyecekmişim? Ben, iyiyi kötüden ayıramayacak bir kimse değilim ki. Şairim üstelik. Beğenirsem kabul eder, yoksa reddederim”.
Attı pamukları kulağından.
Dinlemeye başladı.
“Bunlar insan sözüne benzemiyor” dedi içinden.
“Bunlarda ilahi bir koku var”.
Efendimiz aleyhisselam namazını bitirip ayrıldılar.
Tufeyl de gayr-i ihtiyari takıldı peşine.
Yine görünmez bir kuvvetle çekiliyordu.
Efendimiz aleyhisselam hane-i saadete girdiler.
O da gayr-i ihtiyari süzüldü içeriye.
Ve arzetti halini:
- Efendim, Mekkeliler hakkınızda öyle şeyler söylediler ki, sözlerinizi işitmemek için kulaklarıma pamuk tıkamıştım. Ama işitince hayran oldum.
Sonra rica etti:
- O kelamdan biraz daha okur musunuz?
Efendimiz aleyhisselam bir miktar okudular.
Tufeyl’in kalbi hidayet nurlarıyla aydınlanmıştı.
Arzetti hemen:
- Ya Muhammed! “sallallahü aleyhi ve sellem” Ben ömrümde bunlardan daha güzel bir söz işitmedim. İnandım ki sen Allah’ın Resulüsün.
Ve “Kelime-i şehadet” yankılandı odada.
|