Altıparmak diye meşhur Peygamberler Tarihi kitabında şöyle anlatılıyor:
Meşhur Nizamülmülkün bir yardımcısı vardı.
İsmi Muhammed idi.
Kendisinden hoşnut olduğu zaman bu ismiyle çağırır, hoşnut olmayıp incindiğinde ise, “Ey köle!” diye seslenirdi kendisine.
Bir gün odasından çıktı ve;
- Ey köle! diye seslendi.
Adamcağız korku ve heyecanla koşarken; “Acaba bu sefer ne kabahat işledim?” diye düşünüyordu.
Huzura çıkınca, mahcubiyet içinde büktü boynunu.
- Özür dilerim efendim!
Nizamülmülk, güler yüzle baktı ona.
- Üzülme, senden hoşnudum.
- Bir kabahatim olmadı mı efendim?
- Hayır.
- Öyleyse neden böyle çağırdınız efendim?
- Sana seslendiğimde abdestsizdim. Muhammed mübarek ismini o halimle ağzıma almayı uygun görmedim de ondan.
Ümmetini hesaba getir!
Yine anlatılıyor ki:
Kıyamet günü Fahr-i alem Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, şefaat iznini eline almış, keramet tacını başına takmış, yavrusunu arayan şefkatli anne gibi “Ümmetim! Ümmetim!” diyerek mahşer yerini dolaşırken, Hak teâlâdan ferman gelir:
- Ya Muhammed, ümmetini hesaba getir!
Efendimiz aleyhisselam, önce Muhacir ve Ensarı gönderir.
Sonra şehitleri ve sıdıkları.
Sonra da alim ve velileri ileri sürer.
Hak teâlâ buyurur ki:
- Ey Habibim! İtaat edenleri getirdin, asiler hani? Muhlisleri getirdin, müflisler hani? Alimleri getirdin, zalimler hani? Namaz kılanları getirdin, kılmayanlar hani?
Efendimiz aleyhisselam ağlayarak arzeder:
- Ya Rabbi! Buyurduğun gibidir. Lakin bunlar puta tapmadı, sana şirk koşmadılar. Kabahatleri olsa da, sana, doğru iman etmişlerdir. Sen onları, bu halis imanlarına bağışla.
Hak teâlâ buyurur ki:
- Ey Sevgili Habibim! Benim onlara şefkatim ve merhametim seninkinden kat kat çoktur. Onları hesaba çekmekten maksadım, onlarla bizzat söyleşmektir. Onları muhatap kılmışım zatıma. Böyle olmasaydı hiç hesaba çekmezdim. Onların neler yaptıklarını inceden inceye sorarım ki, neler işlediklerini sen de bilesin. Dağlar gibi günahlarını nasıl affediyorum, sen de göresin.
|