Ankara toprağını nurlandıran bir büyük Veli.
Hacı Bayram-ı Veli hazretleri "rahmetullahi aleyh".
O devirde, yetim ve öksüz bir genç vardır.
Kimsesiz, alabildiğine saf ve temiz.
Ankara’ya yakın bir köyde oturmaktadır
Bu, bir gün askere çağrılır.
Gidecektir ama, babasından kalan birkaç parça bilezikle altını vardır garibin.
Bunları emanet edecek hiç kimsesi yoktur.
Düşünür, taşınır, Hacı Bayram hazretleri hatırına gelir.
Öyle ya, ona teslim edebilir.
Emanetleri bir kutuya koyar.
Türbeye koşar.
Mübarek ruhuna üç ihlas bir fatiha okuduktan sonra;
- Kıymetli Efendim! Şu kutuyu şuraya bırakıyorum. Askerden dönünce alırım, der.
Ve çıkar türbeden.
O kadar rahattır ki, müsterih olarak gider askere.
Askerliği bitince, döner köyüne.
Ertesi gün, koşar türbeye.
Bıraktığı emaneti alacaktır.
O kadar saf ve temizdir ki, hiç acabası yoktur bu hususta.
Girer türbeye, selam verir.
Evet, kutu, koyduğu yerdedir.
Al alabilirsen
Türbedarı görür o ara.
- Efendi baba! Şu kutuyu, yıllar önce ben koymuştum buraya. Şimdi alıyorum, der.
Türbedar, elini olumsuzca sallar:
- Al alabilirsen!
- Anlayamadım?
- Evlat! Ben onun yerini birkaç defa değiştirmek istedim de, yerinden bile kıpırdatamadım. Sen nasıl alacaksın ki?
O böyle söylese de, genç uzatır elini.
Alır emanetini.
Türbedar şaşkındır, genç sakin.
Bu, normal bir şeydir onun için.
Delikanlı, Hacı Bayram-ı Veli hazretlerini çok severken, şimdi aşığı olur.
|