Kayseri’de medfun bulunan Velilerden Kılıç Ali Efendi "rahmetullahi aleyh", bir gün bazı gençlere Peygamber efendimiz aleyhisselamı anlatırken;
- O, İnsanlara olduğu gibi, her can taşıyana da acır, şefkat ederdi, buyurdu.
Ve şöyle anlattı:
Mesela hayvanlara eliyle su kabını tutar, içip doymasını beklerdi.
Yine bindiği at koşup da terlese, yüzünü mübarek eliyle silerdi.
Mütevazı olduğu kadar, heybetliydi de.
Kendisi mütevazı davranmasaydı, heybetinden yanına hiç kimse rahat giremez ve rahat oturamazdı.
Dinleyenler;
- Bir misal verseniz efendim, dediler.
- Pekala, buyurdu.
Ve şöyle anlattı:
Mesela bir gün huzuruna bir kimse geldi.
Bir derdini arz edecekti Efendimiz aleyhisselama.
Ancak mübarek yüzüne bakınca heybetinden terlemeye başladı.
Efendimiz aleyhisselam, onun bu halini görünce;
- “Sıkılma!” buyurdu. “Ben hükümdar değilim. Ben, kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum. Herkes gibi yer içer, yorulur otururum”.
Böylelikle adamcağızın korkusu gitti.
Ve derdini açabildi ancak.
Benim gördüğümü görseydiniz…
Şöyle devam etti:
Sevgili Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” kapıcısı, bekçisi yoktu.
Herkes rahatlıkla yanına girer, derdini anlatırdı.
Son derece heybetli iken şaşılacak kadar da hayâ sahibiydi.
Ve misal verdi:
Mesela edebinden, konuştuğu kimsenin yüzüne bakmazdı.
Allahü teâlâdan korkusu pek fazla olup;
“Allah’tan en çok korkanınız benim” buyururdu.
Umumiyetle mahzun olup;
“Benim gördüğümü siz görseydiniz, az güler çok ağlardınız” buyururdu.
Havada bulut görse…
Sordular:
- Başka var mı efendim?
Buyurdu ki:
Havada bulut görse;
“Ya Rabbi! Bu bulutu bize azab gönderme!” diye niyaz ederdi.
Bir rüzgar esse;
“Bize hayırlı rüzgarlar ver” diye dua ederdi.
Gök gürlediğinde ise;
“Ya Rabbi! Azabınla bizi helak eyleme!” diye yalvarırdı.
Şöyle bitirdi:
O Server, bu dünyaya zerre kadar gönül vermemişti.
Allahü teâlâ, Ona; “İste vereyim…” buyurdu.
Ama O, yine dünya serveti istememişti.
“Mirac gecesi”nde Cennete girmiş,
Ama “Cennet nimetleri”ne dönüp de bir kere bile bakmamıştı.
|