Muhammed Hazin hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bir gün sevdiği bir dostuna;
- Kardeşim! Bize ve size her şeyden önce lazım olan şey, itikadımızı “Kitab”a ve “Sünnet”e uygun olarak düzeltmektir, buyurdu.
Ve ekledi:
- Yani imanımızın, “Ehl-i sünnet alimleri”nin Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerden anlayıp bildirdiğine uygun olması lazımdır. Ehl-i sünnete uymayan itikat, bozuktur. İtikattaki bozukluk ise, ancak “Cehennem ateşi”yle düzelebilir.
Sordular:
- Peki efendim, itikadı doğru olan kimse Cehenneme hiç girmeyecek mi?
- Girmeyebilir.
- Günahları olsa da mı efendim?
- Evet. Dağlar kadar günahı olsa da Cehenneme girmeyebilir. Allahü teâlâ onun günahlarını, “doğru iman”ı hürmetine affedebilir. Hepsi affedilmezse, kalan günahları, dünya dertleri, kabir azabı ve mahşer sıkıntılarıyla veya şefaate kavuşarak biter ve Cehenneme lüzum kalmaz.
Bilseler, böyle yapmazlar
Bu mübarek zat, bir gün deniz kenarında birkaç talebesiyle oturuyordu ki, bir gemi göründü uzaktan.
Yolcular, çalgı çalıp eğleniyorlardı.
Talebeler, onlar gösterip;
- Hocam, bir beddua edin de, deniz yutsun onları, dediler.
- Neden? buyurdu.
- Bakın, nasıl da günah işliyorlar hocam!
Büyük Veli;
- Hayır. Beddua yerine dua edelim. Çünkü bilmiyorlar. Bilseler böyle yapmazlar, buyurdu.
Sonra açtı ellerini;
- Ya Rabbi! Bu kullarını dünyada böyle neşelendirdiğin gibi ahirette de neşelendir! Diye yalvardı.
O böyle der demez gemidekiler eğlenceyi bıraktı.
Hatta sazlarını kırıp denize attılar.
Az sonra gemi sahile yanaştı.
O çalgı çalıp eğlenen yolcular, gemiden çıkıp doğruca bu zatın yanına koştular.
Huzurunda tövbe edip, talebesi oldular bu büyük Velinin.
Saadete ermek için
Bir gün de bazı gençler bu zata gelerek;
- Efendim, dünyada ve ahirette saadete kavuşmak neye bağlıdır? diye sordular.
Cevabında;
- Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır, buyurdu.
Sordular:
- Ona tâbi olmak için ne yapmak lazım efendim?
- Önce “doğru iman” etmek lazımdır. Sonra da İslamiyet’i öğrenip, gereğini yapmalıdır.
Sordular yine:
- Doğru imanın alameti nedir?
- Kâfirleri düşman bilip, onlara mahsus olan ve kâfirlik alameti olan şeyleri yapmamaktır, buyurdu.
Ve izah etti:
- Çünkü “İslam” ile “küfür”, birbirinin aksidir, zıddıdır. Birinin bulunduğu yerde, diğeri bulunamaz, gider.
Şöyle bitirdi:
- Bunlardan birisine kıymet vermek, diğerini hakaret ve kötülemek olur.
|