Tabiinin büyüklerinden ve Irak’ta vefat eden Ebu Abdurrahman Sülemi hazretleri "rahmetullahi aleyh", bir gün bir talebesiyle sokakta giderken, insanlardan bazısına selam veriyor, bazısına vermiyordu.
Bu hâl, dikkatini çekti o talebenin.
Kendi kendine;
"Neden böyle yapıyor?" diye geçirdi içinden.
Mübarek zat, onun bu düşüncesini anlayıp durdu.
Bir eliyle onun gözlerini sıvazlayıp;
- Şu insanlara bir bak, ne göreceksin? buyurdu.
Genç talebe;
- Baş üstüne efendim, dedi.
Yoldan geçenlere baktığında, kimini "Maymun" suretinde gördü, kimini "Hınzır".
Kimi "Tilki" suretindeydi, kimi "Çakal".
Bazısını da "Kurt" veya "Köpek" suretinde görmüştü.
Bunların arasında "İnsanlar" da vardı tek tük.
İşin hikmetini anlamıştı.
Hocasının elini öpüp;
- Affedin hocam, dedi. Siz her şeyi yerli yerinde yaparsınız.
Mübarek zat tebessüm etti.
Ve devam ettiler yollarına.
En büyük keramet
Bir gün de cemaatine;
- Kardeşlerim, insanlar arasına karışıp, onlara İslam’ın güzel ahlakını anlatmak, bir köşeye çekilip ibadet yapmaktan daha kıymetlidir, buyurdu.
Ve ekledi:
- Yolumuz, birlik, beraberlik ve muhabbet yoludur. Birbirinizi seviniz, tefrikadan sakınınız.
Ve sordu onlara:
- En büyük keramet nedir, bilir misiniz?
- Bilmiyoruz efendim, dediler.
Buyurdu ki:
- En büyük keramet, doğru yolda yürümekte sebat etmektir.
Bir insanı kurtarmak
Bir gün de bu zata;
- Efendim, bir insanın hidayetine sebep olmak çok sevap değil mi? diye sordular.
Cevaben,
- Elbette, buyurdu.
- Ne kadar sevaptır hocam?
Şöyle cevap verdi:
- Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i Ali’ye; "Ya Ali, sen bir kişinin hidayetine sebep olursan, güneş o gün, senden daha iyi bir kimseye ışık vermez. O gün sen, dünyanın en kıymetli insanı olursun" buyurmuşlardır.
|