Sultan İkinci Murad Han, Hacı Bayram-ı Veli hazretlerini "rahmetullahi aleyh" çok severdi.
Devlet işlerinden fırsat buldukça ziyaretine giderdi.
Yine bir ziyaretinde Şehzade Mehmed’i de götürdü yanında.
O zaman dört yaşındaydı şehzade Mehmet.
Sultan Murat, her İslam padişahı gibi İstanbul’u fethetmek arzusundaydı.
Bir ara arzetti büyük Veliye:
- Efendim! İstanbul’u fethetmek, tek emelimdir. Bu diyarı İslam’ın nuruyla aydınlatmak, çan sesleri yerine, ezan sesleri duyulmasını istiyorum.
Ve sordu:
- Bu fetih bize nasip olur mu acaba?
Büyük Veli;
- Cenâb-ı Hak ömr-ü devletinizi payidar, bu halis niyetinizi mübarek eylesin, buyurdu.
Ve ekledi:
- Ancak sen ve ben bu fethi göremeyiz.
Padişah üzüldü.
Büyük Veli, bir köşede oynayan Şehzade Mehmed ile Molla Akşemseddin’i gösterdi padişaha.
- Şunları görüyor musun?
- Evet efendim.
- İşte onlar görürler bu fethi.
Sultan Murad sevindi o zaman.
Ve o gün Akşemseddin’i, Şehzade Mehmed’e hoca tayin eyledi.
Ayrıca, o devrin en meşhur uleması, velisi, şehzadeye ders verdiler.
Tarihi, coğrafyayı iyi öğrendi.
Geçmiş hükümdarları okuyup ders ve ibret çıkardı kendine.
Hem kudretli bir asker, hem kültürlü insandı.
Tahta çıktığında Ondokuz yaşındaydı.
Gönlünde tek şey vardı.
İstanbul’un fethi.
Hep bunu düşünür, buna zihin yorardı.
Gece gün bunun hesaplarını yapardı.
Ve bir gece yarısı, çağırdı yaşlı vezirini.
Çandarlı Halil Paşa, gün görmüş bir kişiydi.
Merak içinde koşup geldi sultanın huzuruna.
Gördü ki elinde kağıt kalem, önünde Bizans haritası.
- Beni emretmişsiniz sultanım.
- Bizans’ın fethini düşünürüz. Müşavere için çağırmıştım.
Kostantiniyye ebette fetholunacaktır
Tarihler Mayıs yirmidokuzu gösterirken çok şiddetli bir fetih taarruzu başladı.
Zira Akşemseddin hazretleri bu tarihi vermişti hücum için.
O gün, sabah namazı cemaatle kılındı.
Padişah teftiş etti orduyu süratle.
Sonra emir verdi:
- Hücum!
Bu emirle hücuma geçti erler.
Yalnız tek arzu ile çarpıyordu yürekler.
Resulullah efendimiz aleyhisselam, dokuzyüz sene önce bir müjde vermişti.
Padişahtan erine, herkes bu müjdeye kavuşmak istiyordu.
Neydi o müjde?
“Kostantiniyye elbette fetholunacaktır. O, ne iyi erlerdir, o, ne iyi kumandan!” buyurmuştu Efendimiz aleyhisselam.
Herkesin tek gayesi buydu işte.
Akşemseddin hazretleri ve diğer alimler, Padişahın yanında yer almıştı.
Gaziler, yalın kılıç ileri atılırken tekbir sedaları gökleri inletiyordu.
Gemiler, karalardan denize indirildi peş peşe.
Balyemez topları başladı ateşe.
Gürledi genç padişah:
- Haydi, göreyim sizi! Ya Bizansı alırız, ya Bizans alır bizi!
Gönüllerde tek arzu vardı o gün:
Bizansı alacağız. Müjdesi var Resulullah efendimizin.
Dillerde tekbir, coşmuştu erler.
Aynı gaye ile çarpıyordu yürekler.
Neydi o gaye:
İstanbul’u fethetmek.
Ve bu yolda can vermek.
Ya İstanbul, ya cennet! diyordu her mücahit.
Toplar gürlüyor, erlerin Allah Allah! sesiyle yer yerinden oynuyordu.
Ya Padişah?
O da yerinde duramıyordu.
Fetih bir an önce gerçekleşsin, diyordu.
Geciktikçe endişeleniyordu.
Nihayet gidip arzetti hocasına:
- Efendim! Bana, okumak için bir dua söyleyin.
Buyurdu ki:
- "Ya Fakih Ahmet!" de. Onun hürmeti için yardım iste.
Hikmeti belliydi.
Allah’ın sevgili kullarıydı o büyükler.
Onların himmetiyle hafiflerdi ağır yükler.
Gemiler karadan yürüdü
Yıl, 1453 tü.
Mevsim bahar, aylardan Nisandı.
Genç Padişah Bizans önüne gelip kurdu karargâhını.
İştiyakla sürüyordu atını.
Alimler ordusu da yer almıştı yanında.
Hocası Akşemseddin, Molla Gürani, Molla Fenari, talebeleriyle birlikte gelir, Padişaha cesaret verirlerdi.
Savaşlarda Türkün töresinde bir şey vardı.
Genç padişah bunu yaptı önce.
Yani İslam’ı tebliğ etti küffâra.
Lakin reddettiler.
Ve başladı muhasara.
Genç Fatih emretti bir paşasına:
- Var hocama sor ki, zafer bizim midir?
Cevap müsbetti.
- Ümmet-i Muhammed’den bu denli er, kumandan, veli, bir kâfir kalasına müteveccih olur da, Hak teâlâ fetih müyesser etmez mi?
Bu cevap Sultana ulaştı.
Ancak tatmin olmadı.
Sarahat istedi.
Paşayı, hocasına gönderdi yine.
- Rica et. Fethin vaktini bildirsin bize.
Akşemseddin hazretleri, murakabaya daldı.
Kırık kalble yalvardı.
Sonra başını kaldırıp;
- Mayıs yirmidokuzda, seher vakti, şu yerden taarruza geçilsin. Allah’ın yardımıyla Bizans o gün fethedilir. Şehirde ezan sesleri yükselir, buyurdu.
Fethin tarihi de belli olmuştu artık.
Lakin küffâr "Zincir" çekmişti Halice.
Genç padişah, bunun da çaresini buldu.
Gemileri, karadan kızaklarda kaydırıp indirdi Halice.
Hücuma geçmek için bir mani kalmamıştı artık.
Bir buçuk aydan beri kuşatma sürüyordu.
Ve tarih Mayıs yirmiyediyi gösteriyordu.
O gece, bütün ordu el açtılar.
Feth-i mübin için yalvardılar.
Padişah mı?
O da yalvarıyordu çadırında, gizlice.
Gözyaşları içinde.
Yanıma kimseyi sokmayın!
Harp, bütün şiddetiyle devam ediyor,
gaziler bin şevk ile saldırıyordu.
Genç Padişah sabırsızlanıyordu.
Bir erini gönderdi üstadına.
- Rica et. Biraz gelebilir mi bana.
O esnada Akşemseddin hazretleri çadırına çekilmiş, kapısını sıkıca kapamış ve;
- Yanıma hiç kimseyi sokmayınız! diye tembih etmişti nöbetçilere.
Vazifeli er çabucak gelip rapor verdi:
- Çadır kapalı sultanım.
O zaman genç padişah, kendi gitti bizzat.
Evet, çadır kapalıydı.
Hançerini çıkardı.
Çadırda bir delik açıp içeri baktı.
Gördü ki, Akşemseddin hazretleri dua ediyor.
Ama nasıl?
Toprağın üzerinde secdeye kapanmış.
Başındaki sarık yerlere yuvarlanmış.
Saçı sakalı toz toprağa bulanmış.
Kendinden geçmiş halde Feth-i mübin için yalvarıyor.
Gözyaşı mı?
Sel gibi akıyor.
Sonra dikkat etti.
Secdeye kapandığı toprak gözyaşından ıslanmış.
Hem de bir "sofra yeri" kadar.
Merak etti nasıl dua ediyor diye.
Kulak verdi içeriye.
Diyordu ki:
- Ya Rabbi, bu zamanın kutbu hangi Veliyse, Onu, imdada gönder bize!
Bu duayı dinledi.
Bütün hücreleriyle “Amiin!” dedi.
Ve kendini tutamayıp başladı ağlamaya.
Gözyaşları süzüldü yanaklarından.
Ve Ulubatlı Hasan.
Elindeki sancakla burçlara tırmanırken çok yara aldı.
Ama aldırmadı.
Çıktı, çıktı, Osmanlı sancağını dikti kale burcuna.
Ama ok yağıyordu vücuduna.
Bayrak burçlar üzerinde dalgalanırken o Cennete uçtu.
Şehid olarak.
Sonra surlardan bir gedik açıldı.
O gedikten içeri girdi şanlı mücahit.
Fetih gerçekleşti.
İkindiydi vakit.
Genç padişah da girdi o gedikten.
Akşemseddin hazretleri yanındaydı.
Ve ikisi beraber giriyorlardı.
Ama herkes Akşemseddin hazretlerini padişah sanıyor,
Ona iltifat ediyorlardı.
Ama O, Sultan Mehmed’i işaret ediyor;
- Padişah ben değilim, odur! diyordu.
|