Erzincan’da yetişen Velilerden Salih Baba “rahmetullahi aleyh“, bir gün, babası vefat eden bir dostuna taziye için gittiğinde;
- Başınız sağ olsun, buyurdu.
Ve şöyle teselli etti:
- Kardeşim, merhum babanızın ölüm acısı, her ne kadar pek şiddetli ve çok çetin ise de, kul için, sahibinin işinden razı olmaktan başka çare yoktur.
Adamcağız ferahlamıştı.
- Öyle efendim, dedi.
- İnsan, bu dünyada kalmak için yaratılmadı kardeşim. Dünyada iş yapmak, çalışmak için yaratıldık. Çalışmalıyız! Çalışıp da, kazanıp da ölen bir kimse için korkacak bir şey yoktur. Hatta, böyle ölmek, bir devlet ele geçirmektir.
Şöyle devam etti:
- “Ölüm” bir köprü gibidir. Sevgiliyi sevgiliye kavuşturur. Ölmek, felaket değildir. Öldükten sonra başına gelecekleri bilmemek felakettir.
- Ölülere ne yapabiliriz efendim?
- Dua ile, istiğfar etmekle, onun için sadaka verip sevabını ona göndermekle yardım etmek, imdatlarına yetişmek lazımdır.
En büyük felaket
Bir gün de,
- En büyük felaket nedir efendim? diye sordular bu zata.
- “Küfür”dür, buyurdu.
- Peki en büyük nimet nedir?
- “Doğru iman” etmektir.
- Yani ehl-i sünnet üzere mi efendim?
- Evet. İman o kadar kıymetlidir ki, Allahü teâlâ bunun mükafatını dünyada vermiyor.
- Neden hocam?
- Çünkü dünya buna müsait değildir.
- Fani olduğu için mi efendim?
- Evet. Cenâb-ı Hak, iman etmenin mükafatını Cennette verecek. Çünkü sonsuzdur orası, elden çıkmaz. Eğer dünyada verseydi, biter, yok olurdu.
|