Mevlana Seyyid İbrahim Efendi “rahmetullahi aleyh“ Allah adamlarındandır.
Sülalesi, hazret-i Hüseyin’e “radıyallahü anh” dayanır.
Seyyiddir yani.
O devirde daralan ona varır.
Onun iki çift sözüyle ferahlanır.
Ama kötüler de eksik değildir o devirde.
Sevenleri olduğu gibi sevmeyenleri de vardır.
Nitekim biri vardır ki bu zata dil uzatır.
Gıybetini yapar. Allah’tan da korkmaz.
Ama mübarek zat aldırmaz.
Cevap bile vermez hatta.
Bir gün sevenleri gelirler bu zata;
- Efendim şu adamı susturun, derler.
Ama o;
- Hayır, buyurur. Eden kendine eder.
- Efendim izin verin, biz söyleyelim, diye sızlanırlar.
- Hayır buyurur yine. Bırakın söylesin. Her kaptan içindeki dışarı sızar.
İyi de, o kimse edepsiz ve ahlaksızdır.
Meydanı boş bulunca iyice azıtır.
Yaptığı hakaretler gün günden artar.
Nihayet bir gün…
Hakaretinde gider çok ileriye.
Gelip haber verirler bu büyük Veliye.
O zamana kadar sabreden İbrahim Efendi,
bu defa çok üzülür.
Kalbi incinir derinden.
Ve gadaba gelir birden.
Döner sevdiklerine;
- Onun dili, bir daha döner mi? buyurur. O hakaretlerine devam edebilir mi?
Eyvah, ok yaydan çıkmıştır.
Allah dostu kırılmıştır.
İşte ne olursa o anda olur.
Adamın dili tutulur.
Hem de o anda.
Yani böyle buyurduğu zamanda.
Bir kelime konuşamaz olur.
E ne demişler:
"Evliya, açıkta duran kılıç gibidir. Onlara sataşanlar, o kılıca boyunlarını vurur".
Onu bu halde görenler;
- Bir Veliyi incitenin hali böyle olur, derler. Gönlü kırık Velinin bir cümlesi, ne hale soktu adamı.
Ve dua ederler:
- Ya Rabbi "Evliya" kullarını üzmekten koru bizi.
|