Seyyid Fehim Efendi’nin “kuddise sirruh", henüz çocukken harikulade halleri vardı.
Biri şöyle:
Sıbgatullah Efendi diye bir amcazadesi vardı ki, faziletli, ilim ehli bir kişiydi.
Fehim, çok severdi bu amcazadesini.
Bir gün, kabristanda gördü onu.
Koşarak yanına gitti hemen.
Gördü ki, bir kabir arıyor.
Yardımcı olmak istedi.
Ve sordu:
- Kimin kabrini arıyorsunuz?
O aramaya devam ederken,
- Bu, senin işin değil, buyurdu.
Lakin ısrar etti küçük Fehim:
- Söyleyin de, size yardım edeyim.
Mecbur kaldı söylemeye.
- Dedelerimizden Seyyid Muhammed Kutub, altıyüz sene önce, bu köye gelmiş. Hatta köye, "Arvas" ismini de ilk defa o vermiş.
- Evet.
- Onun evlatları, bugüne kadar İslam’a hizmet etmişler.
- O zatın kabrini mi arıyorsunuz?
- Evet. Bu kabristanda olacak. Ama bilmem ki ne taraftadır.
Küçük Fehim, az ilerdeki bir kabri gösterdi.
- İşte! Aradığınız kabir şurası!
Pek ihtimal vermediyse de, bir teveccühte bulundu o kabre.
O anda Seyyid Muhammed Kutub, göründü kendisine.
Hem de tam kendi suretinde.
O, bunu görür görmez;
- Sübhanallah! dedi. Bu çocuk, bu yaşta bir bahr-i umman. İlerde "Büyük zat" olabilir.
Şu evi görüyor musun?
Bir gün de yine onunla Arvas’ta dolaşıyordu.
Bir evin önünden geçerken sordu Fehim’e:
- Şu evi görüyor musun?
- Görüyorum.
- Biliyor musun, bu ev filan zata aittir ve pek sağlamdır.
Küçük Fehim;
- Hayır, dedi. O evin temelinde vakfa ait taş var. Onun için bu evin sakinleri fazla yaşamazlar.
Gerçekten de öyle oldu.
"Yirmi kişi"ydi o hane halkı.
Birkaç sene içinde tek tek öldüler.
Bir kimse kalmadı.
|