Bir gün Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerine “kuddise sirruh” sordular.
- Seyyid Abdülkadir-i Geylani mi yüksektir? İmam-ı Rabbani mi?
Abdülhakim Efendi, başladı Abdülkadir Geylani hazretlerini övmeye.
Gavs-ül azam, büyük bir Velidir.
Kim çağırsa imdadına yetişir,
Onun duasıyla ölüler hayata dönerdi hemen.
Kendi zamanındaki Evliyanın yüksektir hepsinden.
Her Veliye feyizler Onun kalbinden akar.
Hem de kıyamete kadar.
Onu gören, Allah’ı hatırlardı. Sözleri hikmet saçardı.
O vaaz ettiğinde, sözlerini dört yüz kişi yazardı.
Abdülhakim Efendi, bu şekilde anlatıyor, cemaat zevkle dinliyordu.
Bir saat sürmüştü vaaz.
Öyle ki, herkes bu zata hayran oldu.
Kalbler Onun muhabbetiyle doldu.
Ama bir şeyi merak ediyorlardı.
“Acaba İmam-ı Rabbani için ne diyecek?” diyorlardı.
Nihayet ona da sıra geldi.
Son cümle olarak;
- Ama ben İmam-ı Rabbani’nin aşığıyım, buyurdu.
Kalbe gelen düşünceler
Abdülhakim Efendinin bir terzisi vardı.
“Habil Efendi”.
Bu kimse hocasını çok seviyor, ne müşkili olsa, Ona danışıyordu.
Bir gün arzetti kendisine.
- Bir şey sormak istiyorum efendim.
- Tabii, sor.
- Kalbime çok kötü düşünceler geliyor efendim.
- İstemeden mi?
- Evet. Hiç kurtulamıyorum bu vesveselerden.
- Nasıl düşünce bunlar?
- Daha ziyade Allahü teâlâ hakkında kötü kötü düşünceler. İmanıma zarar verir, diye korkuyorum.
Buyurdu ki:
- Bir Müslümanın hatırına, istemeden fena düşüncelerin gelmesi, onun kötülüğüne işaret değildir. Bilakis o kimsenin imanının kuvvetli olduğunu gösterir.
Sarıldı ellerine.
Sevinçe döndü evine.
|