Ana Sayfa >  1001 Güzel Menkîbe > Hangi ihtiyacın karşılanmadı ki? > Bir mendille sardı yarasını
Yazıcı   Yazı boyutunu     

Bir mendille sardı yarasını

Emir Sultan hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Bursa’ya teşrif ettiğinde, Bayezid Han Avrupa’da küffârla çarpışıyordu.

Osmanlının, bu harpte, çok zayiatı vardı.
Kimi şehid oluyor, kimi de yara alıyordu.

Bu esnada bir "Genç" peydah oldu askerin arasında.
Dolaşıp, yaraları sarıyordu.

Bir ara Sultan da yaralandı.
Ve yarayı sarsın diye, çağırdı o genci.

"Emir Sultan" geldi.
Ve cebinden “bir mendil" çıkarıp sardı Sultanın yarasını.

Sabahleyin baktılar ki, tamamen iyileşmiş o gencin sardığı o yaralar.
Sultan da, merakla açtı yarasını.
Evet, iyileşmişti.

Ama birden gözüne “o mendil” ilişti.
Dikkatle baktı mendile.
Gördü ki, hanımının, tâ nişanlıyken kendisine verdiği "mendil"in yarısıydı bu.

“Bu, nasıl olabilir?” dedi kendi kendine.

Emretti hemen:
- O genci bulup getirin acilen!

Çok aradılar.
Ama bulamadılar.
Sultan çok merak etmişti onun kim olduğunu.

Tiz o genci bulup getirin!

Yine, Niğboluda da, Yıldırım Bayezid Han, kaleyi almak için şiddetli savaşıyor, peşpeşe hücum etseler de düşmüyordu yine kale.

Bayezid Han üzüldü.
Yine şiddetli bir hücum anında "aynı genç" peydah oldu

Kalenin kapısını, içten açtı ve kâfirler teslim oldular.
Kale fetholmuştu.

Kapıyı, "Emir Sultan" açmış, sonra kaybolmuştu yine.

Emretti Padişah:
- Tiz o genci bulup getirin huzuruma!

Herkes seferber oldu.
Ama yoktu ortalarda.

Şefaatime kavuşmak istersen…

Bu arada Padişahın kızı, Bursa’da, Peygamber efendimiz aleyhisselamı gördü rüyada.

Efendimiz kendisine:
- Sen, benim evladımdan Muhammed Buhari ile evlen! buyurdular.

Edep ve hayâ timsali “Hindu Fatıma” Sultan, bu rüyayı, edebinden açamadı kimseye.

Ertesi gece, Efendimiz aleyhisselamı gördü yine.

Buyurdular ki:
- Ahirette şefaatime kavuşmak istiyorsan, Muhammed Buhari ile evlen!

Uyandı.
Emir gayet açıktı.
Ancak “Fakir ve garip bir genç, bana talip olur mu?” diye geçirdi içinden.

Ve edebinden bu rüyayı kimselere açamıyordu.
Nihayet bir gün, gizlice açtı bunu hizmetçisine.

Ve;
- Git, bu rüyayı anlat kendisine. Bakalım ne cevap verecek? dedi.

Hizmetçi gidip anlattı.

Emir Sultan;
- Malumumuzdur, buyurdu. Nikahımız rüyada kıyılmıştır. Dinimiz üzre de kıyılmalıdır.

Peşinden dünür gönderdi saraya:
Dünürcüler gidip istediler.

Lakin Valide Sultan, hemen “Evet” demedi.
“Hayır” da demedi.

İşi yokuşa sürüp;
- Kırk deve yükü altın getirirse veririm, dedi.

Bu, “Vermem” demenin öbür adıydı.

Göndersinler develeri

Gelip haber verdiler bunu Emir Sultana.
- Pekala, buyurdu. Göndersinler develeri!
Koşup, Valide Sultana söylediler bunu.

İnanmadı.
- Nasıl olur? dedi. Bir fakir derviş, kırk deve yükü altını nereden bulur?

Ama söz vermişti bir kere.
Dönmedi sözünden.

Emretti:
- Kırk deve yola çıksın hemen!

Deveciler gelince, Emir Sultan;
- Şu çayın kenarında develeri durdurun, buyurdu.

Sonra yerdeki kumları gösterdi onlara:
- Şunları doldurun çuvallara.

Şaşırdılar.
- Şu kumları mı?
- Evet. Onları doldurun!

Hayret ve şaşkınlık içinde "Kum" ile doldurup develerin sırtına yüklediler çuvalları.
Ve saraya vardılar.

Saray halkı meraklı gözlerle bakarken;

Emretti Emir Sultan:
- Boşaltın çuvalları!

Çuvallar açılıp boşaltıldı hemen.
“Çil çil altın”lar döküldü içlerinden.

Valide Sultan mı?
- “Evet” dedi mecburen.

Mendil ve yanan köz

Hemen bir bohça hazırlattı.
İçine "mendil ve gömlek" koyup gönderdi damadına.

O esnada "Emir Sultan" mangalını yakmış, odasında oturuyordu ki, kapısı çalındı. Saraydan gelen vazifeli, girip arzetti bohçayı.
- Valide Sultanın hediyesidir efendim, dediler.

Emir Sultan memnun oldu.
- Çok teşekkür ederim, buyurdu.

Ve yer gösterdi gelene:
- Şöyle buyurun.

Sonra açtı bohçayı.
İçinden bir mendil çıkardı.
Arasına mangaldan bir adet “Köz” koyup uçlarını kapattı.

Ve uzattı o gelene.
- Valide hanıma selamımı söyleyin. Biz fakir dervişin hediyesi de bu olsun.

Adam şaşkınlık içinde aldı mendili.
"Ne acayip şey" diye düşünerek ayrıldı oradan.

Ama çok merak ediyor,
“O köz, mendili nasıl yakmıyor?” diyordu içinden.

Saraya kadar zor tuttu kendisini.
Nihayet varıp arzetti valide sultana.

Ve bir keramet

Mendil merakla açıldı sarayda.
Ama hayret.
Mendilin içinde, "Köz" yerine gözleri kamaştıran bir “Elmas" parçası vardı.

Saray halkı da buna çok şaşırıp;
- Bu, onun büyük bir kerameti, dediler.

Ama bütün bu haberleri, bazı kötü niyetli kimseler Bayezid Han’a kasten yanlış aksettirdiler.

Hakan da, gerçeği bilmediği için;
- Bak hele! diye kükredi birden. Kızımız bir dervişe verilirmiş!

Emretti bir paşasına:
- Derhal Bursa’ya git! Kızım Hindu Sultanla o dervişin başlarını al getir!

Süleyman Paşa, yanına kırk er alıp koştu Bursa’ya.
Ama Valide Sultan izin vermedi.
- Bu iş, sandığınız gibi değil, dedi.

Dinlemeyip, zorla girdiler saraya.
Tam "Emir Sultan" ile “Hindu Sultan”a yaklaşmışlardı ki, gaibten kırk adet ok atıldı ve o kırk sipahinin hepsi de cansız olarak yerlere serildiler.

Bizimkiler mi?
Kıllarına bile zarar gelmedi.

Resulullah ile dünür oldunuz

Molla Fenari “rahmetullahi aleyh“ bunu haber aldı.
Ve derhal bir mektup yazıp, Padişaha yolladı.

Mektup şöyle:
- Devlet-i al-i Osman, kıyamete kadar payidar olsun. Şunu, arzedeyim ki, öldürülmesini emrettiğiniz o zat, "Resul-i kibriya"nın soyundan, asil, temiz, hürmete layık bir ulu kimsedir. Hatta bu zamana kadar böyle olgun evliya, Anadoluya ayak basmamıştır.

Şöyle devam etti:
- Böyle bir zatı, siz eğer davetçi göndererek, hatta çok kıymetli hediyeler vererek, Buhara’dan getirseydiniz, sizin için büyük şan ve şeref olurdu. Böyle yapmadığınız halde, ilahi irade ile buraya geldi bu zat.

Ve ekledi:
- Hem böyle bir seyyide kızınızı vermekle, "Resul-i ekrem" ile akraba oldunuz. Peygamber efendimiz; “Ümmetimin alimleri, beni İsrailin Peygamberleri gibidir” buyuruyor. Sizin damadınız da, bu kimselerdendir.

Eyvah! Biz ne ettik!

Şöyle bitirdi:
- Şunu da arzedeyim ki, eğer o zatın kılına zarar gelseydi, değil gönderdiğiniz o kırk sipahi, cümle ordularınız mahvolurdu. Bu, böyle biline ki hiç şek ve şüphe yoktur.
Ferman, Sultanımızındır, arz olunur.

Sultan, Fenari hazretlerinin mektubunu okuyup, pişman oldu yaptığına.

- Eyvah,
dedi. Biz ne ettik? Kendi elimizle kırk sipahimizi oklara hedef ettik. Başını istediğimiz o er, Resulün evladından bir veli imiş meğer.

Savaş, zaferle bitti.
Ve ordu dönüşe geçti.

Gazan mübarek olsun

Yıldırım Bayezid Han, zaferle Bursa’ya doğru ilerliyor, halk kendisini karşılamak üzere toplanmış, gelmesini bekliyordu.

Aralarında “Emir Sultan” da vardı.
Padişah, tâ ilerden Onu görüp, damadının bu kimse olduğunu anladı.
Ve “İşte o, yaraları saran, Niğbolu’da kapıyı bize açan o” diyordu içinden.

İyice yaklaşınca;
- Evet, sendin! dedi. Sen de bizimle beraberdin.

Emir Sultan gülümsedi.
- Gazanız mübarek olsun sultanım! Allah, başımızdan eksik eylemesin sizi!

Padişah sevinçle indi attan.
Sarıldı damadına.
Gözünden yaşlar aktı yanaklarına
 
Geridön
 
 
Klavye
 
Ana sayfam yap Sık kullanılanlara ekle
Güncelleme Tarihi
21.11.2024
Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır. Orjinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya
gerek kalmadan, herkes istediği gibi alıp istifade edebilir.

Hosted by İhlas Net
Ziyaretçi Sayısı