Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin “rahmetullahi aleyh“ vefatı yaklaşınca, yakınlarına;
- Cenazemi Akşemseddin yıkasın. Namazımı da o kıldırsın! diye vasiyet etti.
Ve ekledi:
- Bu isteğimi ona bildiriniz!
Biraz sonra vefat etti.
İyi de "Akşemseddin" neredeydi?
Kimse bilmiyordu yerini.
Ama bulmak lazımdı hemen.
Zira vasiyet açıktı.
Cenazeyi o yıkayacak, namazı o kıldıracaktı.
Vasiyet böyleydi.
Ama Akşemseddin yoktu ortalarda.
Herkes bir şey söylüyor, her kafadan bir ses çıkıyordu.
Kargaşa ve üzüntü son hadde gelmişti ki, bir ses işitildi.
- Akşemseddin geliyor!
Ne yapacaklarını şaşırmışken bu defa sevince gark oldular.
Ve koşup karşıladılar kendisini.
Bildirdiler hocasının vasiyetini.
Akşemseddin;
- Baş üstüne! dedi.
Ve başladı hizmete.
Gaslini yaptı.
Namazını kıldırdı.
Defnetti mübarek kabrine.
Ve sordu, ne kadar borcu olduğunu.
- Doksan bin altın, dediler.
Bunu da insanlara hizmet için almıştı.
“Otuz bin” altını kendi üzerini aldı.
Kalanını yakınları üstlendiler.
"Akşemseddin Efendi", bu otuzbin altının, “Yirmidokuzbin”ini peşin ödedi.
“Bin altın” kaldı.
Ancak alacaklı hemen istiyordu bu alacağını.
Rica etti ondan:
- Bir iki gün müsaade etsen.
- Hayır, istiyorum hemen.
Hatta sert bir lisanla söylemişti bunu.
Akşemseddin hazretleri üzüldü.
Küçük bir bahçesi vardı evinin önünde.
O bahçeyi gösterip;
- Şu bahçeye gir de topla! buyurdu.
Adam kızdı.
- Benimle alay mı ediyorsun?
- Hayır kardeşim. Gir de topla.
- Nereden?
- Yaprakların üzerinden.
Adam girer girmez hayrette kaldı.
Zira ağaçların her yaprağı üzerinde "bir altın" duruyordu.
Başladı toplamaya.
Aldıkça yerine başka "Altın" konuyordu.
Çok mahcup oldu.
Henüz birkaç altın almıştı ki, vazgeçti hemen.
Şaşkın halde çıktı bahçeden.
- Özür dilerim, dedi. Kalsın kalanı.
- Hayır! Buyurdu mübarek zat. Gir de al tamamını.
|