Yunus Emre ”rahmetullahi aleyh“, Evliyadan bir zattı.
Tapduk Emre hazretlerine ”rahmetullahi aleyh“ otuz yıl hizmet etti.
Ama hiç istifade etmediğini vehmetti kendi kendine.
Ve bu üzüntüyle terk etti dergahı, çıktı dağlara.
Baş açık, yalın ayak dolaşırken iki kişiye rastladı oralarda.
Oturup sohbet ettiler.
Yemek vakti gelince onlardan biri dua etti.
O anda gökten yemek dolu bir "Tepsi" indi önlerine.
Akşama, öbürü dua etti.
Yine bir "Tepsi" indi gökten.
Hatta bu yemekler nefisti öncekinden.
Ertesi gün oldu.
Sohbet, muhabbet, derken acıktılar.
Bu defa;
- Sıra sende, dediler. Şimdi de sen dua et!
Yunus Emre hazretleri;
- Ben mi? dedi. Benim duamla ne yaprak deprenir, ne yemek gelir.
Israr ettiler:
- Hayır, dua edeceksin. Usulümüz böyle.
O zaman kaldırdı ellerini.
- Ya ilahi! Onlar, kimin ismiyle dua ettilerse, o zatın hürmetine bize bir sofra gönder!
Dua bitti.
Gökten iki sofra indi.
Hayretle sordular:
- Arkadaş! Hani senin duan kabul olmazdı. Sen, kimin hürmetine dua ettin böyle?
- Önce siz söyleyin.
- Biz, “Tapduk Emre yanında hizmet yapan Yunus Emre hürmetine…” diye dua ediyorduk.
- Ben de, “Ya Rabbi! Arkadaşlarım kimin hürmetine dua ettilerse, o makbul zatın hürmetine…” diye dua ettim.
İçlerinden biri;
- Bir garip adamsın, dedi. İsmin ne senin arkadaş?
- Şaşkın Yunus! dedi.
Ve ayrıldı onlardan.
Geri dönüyordu.
Ama ne dönüş.
Hücrelerine kadar pişmandı dergahı terk ettiğine.
Gelip boylu boyuna uzandı dergahın eşiğine.
Hocasının gözleri görmüyor, el yordamıyla yürüyordu.
Dışarı çıkarken ayağı bir şeye takıldı.
- Bu, bizim Yunus mu? diye sordu. Senin yerin kalbimizdir, ne ararsın burada?
Ve elinden tutup kaldırdı.
İşte “Yunus Emre", Yunusluğunu o gün aldı.
Yüzyıllar geçse de unutulmadı.
|