Evliyayı kiramdan Seyyid Abdullah-ı Şemdini “kuddise sirruh” hazretlerine, bir gün sevdiği bir genç;
- Dinimizde farz ne demektir efendim? diye sordu.
Cevabında;
- Allahü teâlânın, yapılmasını âyet-i kerime ile açıkça ve kesin olarak emrettiği şeylere farz denir, buyurdu. Farz da iki çeşittir: Farz-ı ayn, farz-ı kifaye.
- Farz-ı ayn nedir efendim?
- Her mükellef olan Müslümanın bizzat kendisinin yapması lazım olan farzlara, farz-ı ayn denir.
Ve izah etti:
- Mesela iman etmek, abdest almak, gusletmek, yani boy abdesti almak, beş vakit namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, zengin olunca zekat vermek ve hacca gitmek, farz-ı ayndır.
- Farz-ı kifaye nedir efendim?
- Farz-ı kifaye ise, Müslümanlardan bir kaçının veya sadece birinin yapması ile diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu farzlardır.
Ve misal verdi:
- Mesela verilen selamın cevabını söylemek, cenazeyi gasl etmek, yani yıkamak, cenaze namazı kılmak, Kur’an-ı kerimin tamamını ezberleyip hafız olmak, cihad etmek, sanatına, ticaretine lazım olandan fazla din ve fen bilgilerini öğrenmek gibi farzlar böyledir.
Vacip neye denir?
Bir gün de bir tanıdığı;
- Vacib neye denir efendim? diye sordu.
Cevaben;
- Vacib, yapılması farz gibi kesin olan emirlere denir, buyurdu. Ancak bu emirlerin Kur’an-ı kerimdeki delili farz kadar açık değildir. Zanni, yani şüpheli olan bir delil ile sabittir.
Ve misal verdi:
- Mesela vitir namazını ve bayram namazlarını kılmak, zengin olunca kurban kesmek, fitre, yani sadaka-i fıtır vermek vacibtir.
Ve ilave etti:
- Vacibi terk etmek, tahrimen mekruhtur. Vacib olduğuna inanmayan kâfir olmaz ise de, yapmayan Cehennem azabına lâyık olur.
|