Evliyanın en büyüklerinden Seyyid Abdullah-ı Şemdini “rahmetullahi aleyh” hazretleri, bir sohbetinde;
- Müslüman olan bir kimseye, ilk önce (La ilahe illallah, Muhammedün resulullah) kelimesinin mânâsını bilmek ve inanmak farzdır, buyurdu. Bu kelimeye (Kelime-i tevhid) denir.
Sordular:
- Yalnız inanmak yetişir mi efendim?
- Evet. Her Müslümanın, kelime-i tevhidin mânâsına hiç şüphe etmeden, yalnız inanması yetişir. Bunları, delil ile isbat etmesi ve akla uydurması farz değildir.
- Yani delilini bilmesi ve söylemesi lazım değil mi efendim?
- Hayır. Resulullah efendimiz “aleyhisselam”, arablara, delil ile bilmelerini ve bu delilleri de söylemelerini, emir buyurmadı. Yalnız inanmalarını, şüphe etmemelerini emreyledi. Herkesin böyle kısaca iman etmesi yetişir.
Kur’an-ı kerimin mânâsı
Bir gün de bazı gençler;
- Efendim, Kur’an-ı kerimin mânâsını nasıl anlayabiliriz? diye sordular.
Cevabında;
- Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı fıkıh ve ahlak kitaplarından öğrenirsiniz, buyurdu.
Anlayamadılar:
- Efendim, biz Kur’an-ı kerimin mânâsını sormuştuk.
- Kur’an-ı kerimin mânâsını yalnız Resulullah efendimiz “aleyhisselam” anlamış ve eshabına açıklamıştır. Eshab-ı kiram da bu açıklamaları öğrendi ve kendilerinden sonra gelenlere bildirdiler.
Ve devam etti:
- Ehl-i sünnet âlimleri de Eshab-ı kiramın bildirdiklerini hiç değiştirmeden, olduğu gibi, kitaplara geçirerek bizlere ulaştırdılar.
Şöyle bitirdi:
- İşte Müslümanların, bu Ehl-i sünnet itikadını öğrenmesi, bu inançta birleşmeleri, birbirlerini sevmeleri lazımdır. Saadetin tohumu, bu itikattır ve bu itikatta birleşmektir.
|