Büyük İslam âlimlerinden seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri, bir gün bazı gençlere;
- Eğer bir yerde Allah’ın dinine hizmet varsa, her Müslümanın üzerine şu üç şeyden birini yapmak farz olur, buyurdu. Yani Allah’ın emri.
Ve ekledi:
- Eğer bu üçünden birini de yapmazsa, hiç yaşamasın daha iyi. Çünkü böyleleri öbür tarafta çok acı azap çekecektir.
Ve izah etti:
- Eğer ecdadımız, bizden öncekiler, bu üç şartı yerine getirmeselerdi, bu gün biz belki bir hıristiyan çocuğu, veya yahudi çocuğu, veya dinsiz olabilirdik.
Ve daha açıkladı:
- Çünkü İslamiyet bize bir emekle gelmiştir. Can vererek, mal feda ederek ulaşmıştır. Velhasıl bu üç farzdan birincisi, fiilen iştiraktir. Bizzat katılmaktır.
Ve ekledi:
- Nitekim eshab-ı kiram, ta Arabistan’dan kalkıp at sırtında İstanbul’a kadar, herhalde toprak sahibi olmak için gelmediler. Allah’ın dinini, Onun kullarına anlatmak için geldiler.
Şöyle devam etti:
- Buna imkanı yoksa, malen, yani para vererek desteklemesi lazım. Mesela bir ilmihal kitabı alıp verir. Veremezse veren birine verir.
Sordular:
- Bunu da yapamazsa efendim?
- Bu da mümkün değilse, elini açıp; “Yâ Rabbi, ben iştirak edemiyorum, acizim, hastayım, sıkıntım çok. Ama şu hizmet eden insanlara yardım et. Onları her türlü kötülükten muhafaza eyle, işlerini rast getir” diye dua eder.
- Dua etmekle de farz yerine gelir mi efendim?
- Evet. Böyle dua ederse, gene farzı yerine getirmiş olur. Aksi halde çok tehlikelidir.
Emr-i maruf yapılırsa…
Bir gün de bazı gençlere;
- Emr-i maruf, yani İslama hizmet etmek kime nasib olursa, çok sevinsin, çok şükretsin, buyurdu.
Sordular:
- Bu iş, çok mu sevaptır efendim?
- Elbette. Bir beldede küfre karşı emr-i maruf yapılırsa, Allahü teâlâ o beldenin hak ettiği azabı tehir eder. Emr-i maruf yapılmayan beldeye ise azab-ı ilahi gelir.
|