Evliyanın en büyüklerinden Seyyid Abdülhakim-i Arvasi “kuddise sirruh” hazretleri, bir gün sevdiği bazı gençlere;
- Herhangi bir aletin, makinenin nasıl çalıştığını, nasıl kullanılacağını en iyi kim bilir? diye sordu.
Gençler;
- Onu imal eden firma bilir efendim, dediler.
- Neden?
- Çünkü o yapmıştır. Başkası bilmez ki.
- Çok doğru. Her aletin nasıl çalıştığını, nasıl kullanmak icab ettiğini, onu yapan firmadan öğrenirsiniz. Bizi de Allahü teâlâ yaratmıştır. Yani bizim vücut makinemizi O yapmıştır. Dolayısıyla bu makinenin nasıl çalıştığını, nasıl kullanmak icap ettiğini de en iyi O bilir.
Ve ilave etti:
- Onun için kullanma talimatnamesi olarak bir kitap, yani Kur’an-ı kerim ve bu kitabın anlaşılması için de bir Peygamber göndermiştir.
Ve devam etti:
- İşte Peygamberlerin gelmesinin sebebi, Kitab-ı ilahiyi bize izah etmek içindir. Muhatap odur çünkü. Öyleyse Resulullahın izahının dışındaki her izah yanlıştır.
Şöyle bitirdi:
- Kur’an-ı kerime, kendi görüşüne, kendi anlayışına göre mânâ verenlerin imanı gider. Çünkü, kaidesine uymamıştır.
En büyük nimet: İman
Bir gün de;
- Allahü teâlâ bir kuluna bir nimet verdi mi, bu nimeti onun üzerinde görmeyi sever, buyurdu. İnsana verilen en büyük nimet nedir, biliyor musunuz?
- İman nimeti mi efendim? dediler.
- Evet. İşte bu en büyük nimet olan iman nimetini izhar etmemizi, göstermemizi istiyor Rabbimiz.
- Bunun izharı nasıl olur ki efendim?
- Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü olmakla.
- Üzüntülü olsak da mı efendim?
- Elbette. Üzüntülü olsak da etrafımıza neşeli görünmeliyiz. Sevgili Peygamberimiz “aleyhisselam”; “Müminin kederi kalbinde, neşesi yüzündedir” buyuruyor.
|