Seyyid Emir Külal “rahmetullahi aleyh”, bir gün talebesiyle bir yerde oturmuş sohbet ediyorlardı ki, bir ara kapı açılıp, güzel yüzlü bir genç girdi içeri.
Selam verip, edeble diz çöktü boş bir yere.
Emir Külal hazretleri “rahmetullahi aleyh” döndü o gence.
- Hoş geldin evladım.
- Hoş bulduk hocam.
- O iş ikmal oldu mu?
- Gece gündüz çalıştık efendim. Elhamdülillah, himmetinizle tamam oldu.
- Çok iyi, hayırlı olsun.
Delikanlı kalktı ve bu zatın elini öpüp ayrıldı.
Emir Külal de devam etti sohbete kaldığı yerden.
Ancak bir merak sarmıştı talebeleri.
Kimdi bu genç?
Öyle ya, kimdi bu gelen? Onu ilk defa görüyorlardı. Hem sonra bu zata hocam diye hitab etmişti.
Hocalarına sormaya da çekindiler.
Talebeden biri koşup yetişti gencin arkasından:
- Arkadaş sen kimsin?
- Emir Külal hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” talebesiyim.
- Nereden geliyorsun?
- Rumelinden.
- Niçin geldin peki?
- Bizim diyarda bir cami inşa ediliyor, inşaatla da hocam ilgileniyordu bizzat. Bize; Cami biterse, bana haber verin buyurmuştu. Onu haber vermeye geldim.
Talebe;
- Peki, selametle git, deyip dergaha döndü.
Ama allak bullak olmuştu kafası.
Zira Hindistan nere, Rumeli nereydi?
Nasıl sabahladınız?
Bir gün bazı dostları;
- Bu gece nasıl sabahladınız? diye sordular.
Ağlamaya başladı mübarek zat.
Soranlar şaşırdı:
- Efendim iyi misiniz?
- Ölümü unutmuş, günahı da çok olan bir kimsenin hali nasıl olur? buyurdu.
Göz yaşlarını silip devam etti:
- Ömrümüz azalıyor, günahımız artıyor. Akıbet Cennet midir, Cehennem mi? O da belli değil. Bu halde olan bir insan, ağlamasın da ne yapsın?
|