Behaeddin-i Buhari hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bir sohbetinde şunu anlattı:
Bir gün Kâbe’nin yanında oturuyordum.
Ak sakallı, ihtiyar birini gördüm ki, Kâbe’nin örtüsüne sarılmış ağlıyor ve;
- Yâ Rabbi! yâ ilahi! diye yalvarıp gözlerinden kanlı yaşlar akıtıyordu.
Kalbine nazar ettim.
Dünya işlerini düşünüyordu.
Malını, parasını hesab ediyordu kalbinden.
Gözleri ağlıyorsa da, kalbi hep dünya ile meşguldü.
İçi, dışına uymuyordu.
Hac'dan sonra, Mina’ya uğradık.
Mina çarşısında bir genç gördüm ki, büyük çapta ticaret yapıyor, bir anda yüzbin altın değerde mal alıp veriyordu.
Kalbine nazar ettim.
Her an Rabbini zikrediyordu.
Dünya işiyle meşgul gibi görünüyorsa da, bir an unutmuyordu Rabbini.
Bu haliyle Kâbe'deki adamdan üstündü kat kat.
Çünkü bu, kendini ticarete vermişse de, kalbine sokmamıştı dünya muhabbetini.
Büyük çapta ticaret yapıyordu ama kalbi İslamiyet’in emirlerini düşünüyordu hep.
Günah işlerim korkusuyla kalbi titriyordu.
Ehl-i sünnetin üstünlüğü
Bu zat bir gün sevdiği bir gence;
- Evladım, en mühim şey, Ehl-i sünnet üzere iman etmektir, buyurdu. Böyle olan Müslümanlara müjdeler olsun.
Delikanlı sordu:
- Ehl-i sünnet neden kıymetlidir efendim?
- Çünkü bu fırkada olanlar Cehenneme hiç girmeyecekler. Sonra mahşer yerinde herkes çıplak haşrolurken, onlar elbiseli olacak.
- Başka efendim?
- Mahşerde herkes binbir sıkıntı, azab ve izdiham içinde bin sene beklerken, ehl-i sünnet mücahitleri o bin seneyi Cennette geçirecekler, yetmez mi?
|