Behaeddin-i Buhari “kuddise sirruh” hazretleri, talebesinden birini bir yere göndermişti. O talebe, işini halledip geri dönüyordu ki, yorulup bir ağaç gölgesinde otururuverdi biraz.
Fakat çok yorgun olduğu için, uyuyakaldı oracıkta.
Derin bir uykuya dalmıştı ki, rüyasında, Behaeddin-i Buhari hazretlerini “rahmetullahi aleyh” gördü.
Ancak çok heybetliydi mübarek zat.
Kendisine hiddetle yaklaşıp;
- Oğlum, hiç burada uyunur mu? Hemen kalk, terk et burayı! buyurdu.
Burası tehlikeli bir yer. Aç kurtlar dolaşıyor etrafta.
Fırlayıp kalktı hemen
Uyanıp, açtı gözlerini.
Fakat o da ne?
İki aç kurt, hızla kendisine doğru gelmiyor mu?
Korkudan fırlayıp kalktı.
Ve hızla uzaklaştı oradan.
Bu defa hiç mola vermeden yürüdü devamlı.
Akşam vakti vardı Kasr-ı arifan’a.
Bir de ne görsün.
Hocası Behaeddin-i Buhari hazretleri “rahmetullahi aleyh”, yola çıkmış, merakla kendisini bekliyor.
Koştu ve hürmetle öptü mübarek elini.
Büyük Veli;
- Bizi korkuttun, buyurdu. Tehlikeli yerlerde hiç yatıp da uyunur mu evladım?
Genç talebe bir daha şaşırdı.
Hastalıkta şifa vardır
Bu zat, hasta bir genci evinde ziyaret edip;
- Evladım, hastalıkta şifa vardır, buyurdu
Delikanlı anlamadı.
- Nasıl şifa hocam?
- Şöyle ki, hasta, hastalığından dolayı şikâyet etmez ve sabrederse, günahları affolur evladım. Ayrıca çok da sevap kazanır.
Şöyle devam etti:
- Sonra hastanın kalbi kırık olur, duaları makbuldür. Hasta, günah işlemeyi düşünemez. Şifa vermesi için Allah’a yalvarır daima. Hem sonra hasta, ölümü daha çok hatırlar. Ahireti düşünür, günahlarına tövbe eder. Bu yüzden Allah’a daha yakın hisseder kendini.
Şöyle bitirdi:
- Bütün bunlar şifadır işte. Manevi şifa yani.
|