Behlül Dânâ “rahmetullahi aleyh”, zamanında halife Harun Reşid Hac yoluna çıkmıştı bir sene.
Dönüşte Kûfe'de mola verdi biraz.
Sonra yola çıkınca, Kûfe'liler Halifeyi uğurlamak için yollara dökülmüşlerdi.
Hazret-i Behlül de Kûfe'de bulunuyordu o günlerde.
Çocuklar, onunla gülüp eğleniyorlardı ki, o sırada muhteşem kafile göründü uzaktan.
Harun Reşid, bütün ihtişamiyle geliyordu.
Çocuklar onu görünce, hazret-i Behlül’ü bırakıp, debdebeyle gelen o kafileye baktılar.
Harun Reşid, tam önlerinden geçiyordu ki, hazret-i Behlül;
- Ey Harun! diye seslendi birden.
Halife, yüzündeki perdeyi kaldırıp;
- Buyur ey Behlül, bir arzun mu var? diye sordu.
Cevaben;
- Ey Harun! Allah’ın Habibi Beytullah'tan dönerken senin gibi yapmazdı, buyurdu.
- Nasıl yapardı ya Behlül?
- O, bir tek kızıl deveye biner, başı önünde, mütevazı olarak gelirdi. Sen de bu usule riayet edersen Hak teâlâ indinde kıymetli olursun. Zira kullara karşı gurur, mümine yakışmaz. Alçak gönüllü olmak yakışır.
Nefse en ağır gelen
Bir gün de sordular Ona:
- Nefse en ağır gelen ibadet nedir efendim?
- Namaz kılmaktır, buyurdu. Hatta namaza hazırlanmak bir nevi zikirdir.
Ve açıkladı:
- Mesela her zaman söylediğimiz; “Namaz vakti yaklaşıyor“, yahut “Ezana az kaldı“, veya “Kalkıp abdest alayım“ gibi konuşmalar bile hep zikir olur.
- Neden efendim? dediler.
- Çünkü bu sözler namazı, yani Allahü teâlânın emrini hatırlatıyor. Zikir de Allah’ı hatırlamak demektir zaten.
|