Bir gün, bir sevdiği Hallac-ı Mansur “rahmetullahi aleyh” hazretlerine gelerek;
- Sabretmenin alameti nedir efendim? diye sordu.
Cevabında;
- Bir kimsenin elini ayağını kesip bir köprüde asarlar, hatta türlü türlü eziyet ederler de, o kimse bütün bunlara sabredip hiç âh-u vah etmezse, işte sabrın alameti budur, buyurdu.
Bir kimse dediği kendisiydi.
Nitekim bu sözünün üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki, elini ayağını kesip, bir köprü başında astılar kendisini.
Arif kime denir?
Bir gün de sevdiklerinden biri bu zata gelip;
- Arif kime denilir efendim? diye sordu.
Cevabında;
- Arif o kimsedir ki, onu üçyüzbeş senesinin Zilkade ayının bitmesine altı gün kala, bir Salı günü, Bağdat’ın bir meydanında, ellerini ayaklarını kesip, gözlerini çıkarıp, baş aşağı olarak idam eder, cesedini de yakıp, külünü savururlar, buyurdu.
Bu sözle kendisini anlatmıştı mübarek zat.
O kimse söylediği tarihi kaydetti hemen.
Ne dediyse, aynısı oldu.
O gün, Bağdat’ın bir meydanında, buyurduğu gibi astılar.
Ve cesedini yakıp külünü savurdular.
|