Ahmed bin Mesruk hazretleri “rahmetullahi aleyh” anlatıyor:
Bir kimseyi gördüm ki, çok düzgün konuşuyor, derviş kıyafetinde tasavvuftan bir şeyler anlatıyordu.
Dinledim, tatlı bir ifadeyle anlatıyor, dinleyenleri hayran bırakıyordu.
Sözlerini bitirince;
- Şimdi herbiriniz, kalbinize ne geldiyse bana söyleyiniz, dedi.
Kalbime baktım.
Bu adam Müslüman değil, yahudidir düşüncesi vardı kalbimde.
Ama nasıl söyleyecektim bunu?
Bir arkadaşıma gizlice söyledim kalbime geleni.
Hiç olur mu?
O itiraz edip;
- Böyle güzel ve tatlı konuşan biri hiç yahudi olur mu? dedi.
Ama bu benim elimde değildi ki.
O herkese sorup cevabını alıyordu.
Sıra bana gelince;
- Kusuruma bakmayın, benim kalbime sizin yahudi olduğunuz fikri geldi, dedim.
Ben böyle söyleyince, başını öne eğdi.
Baktım, ağlıyordu.
Bana bakıp;
- Sen, doğruyu söyledin, dedi.
Ve bir aşk ile kelime-i şehadeti söyleyip Müslüman oldu.
Sizin dininiz hakmış
Yine bana bakıp;
- Evladım, ben gerçekten yahudi dinindeydim. Ama şimdi anladım ki, sizin dininiz hakmış, dedi.
- Nasıl anladınız? dedim.
Cevaben;
- Kalbimden; “Bunlar benim yahudi dininde olduğumu anlarlarsa, dinleri haktır” diye düşündüm. Sen anlayınca, dininizin hak olduğunu anladım, dedi.
Ve ekledi:
- Sen, gönül gözüyle bakıp iç hâlimi gördün ve bana sonsuz saadetimi kazandırdın, çok teşekkür ederim.
Ben de ona;
- Müminde, firaset nuru vardır, dedim, zira bizim Peygamberimiz “aleyhisselam”; “Müminin firasetinden sakınınız. Zira o, Allah’ın nuruyla bakar” buyurmuşlardır, dedim
|