Bir gün Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerine bazı sevdikleri;
- Efendim, bu yüksek dereceye nasıl kavuştunuz? diye sordular.
Şöyle anlattı:
- Benim, tasavvufla hiç ilgim yoktu. Evliyalık nedir, bilmiyordum. Hiçbir tasavvuf kitabı da okumuş değildim. Ama bir hasletim vardı.
Sordular:
- O neydi efendim?
- Darda kalanların yardımına koşardım. Dost düşman ayırmaz, hatta kâfir-Müslüman demez, herkese hizmet için can atardım. İşte bu huyum sebebiyle, Hak teâlâ tasavvufun en yüksek derecesini ihsan etti bana.
Üç arkadaşım vardı ki
Ve bir misal verdi:
- Mesela medresede okurken üç arkadaşım vardı ki, hasta oldular bir zaman.
Onların hizmetini ben aldım üzerime.
- Gece gündüz demez, tedavileriyle uğraşırdım.
Hastalıkları bana da sirayet etti.
- Ama hizmeti bırakmadım.
Çünkü severek yapıyordum onlara bu hizmetleri.
- Bu, elimde değildi zira.
Hilkatimde vardı bu haslet.
Ve bir tavsiyede bulundu onlara.
- Siz de benim gibi olun. Çok faydasına kavuşursunuz.
Ben haksızım deyin!
Bir gün bazı gençler bu zata gelerek;
- Hocam bize nasihat eder misiniz, diye rica ettiler.
Onlara cevaben;
- Evlatlar! İnsanların kaybettiğini bulmaya çalışın, buyurdu.
Gençler bir şey anlamadı.
- O nedir ki efendim?
- Sevgi ve samimiyet. Sertlikle bir yere varamazsınız. İnsanlarla iyi geçinin. Bir ihtilafa düşerseniz, ben haksızım deyin.
- Neden efendim?
- Çünkü Peygamberimizin “aleyhisselam” müjdesi var bu konuda.
Merak ettiler:
- Ne müjdeliyor hocam?
- Böyle yapana Cennette köşk verileceğini müjdeliyor Efendimiz “aleyhisselam”. “Kefili de benim” buyuruyor.
|