Harun Reşid, veziriyle birlikte bir akşam üzeri Fudayl bin İyad hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” kapısını çaldılar.
Hazret-i Fudayl, kapıyı açmadın;
- Kimsiniz? diye sordu.
Vezir cevap verdi:
- Sultan, ziyaretine geldi. Kapıda bekliyor.
Cevap tez geldi:
- Sultanın, benimle ne işi var? Benim, dünya adamlarıyla hiç işim olmaz. Lütfen meşgul etmeyin.
Bu sözler, hoşuna gitti Halifenin.
İşte aradığım budur
Vezirin kulağına eğilip;
- İşte aradığım budur, dedi.
Ancak kapı açılmıyordu onlara.
Vezir seslendi tekrar:
- Ey Fudayl, aç kapıyı. Bak, emir-el müminin kapına gelmiş, seni görmek istiyor.
- Ben açmam. Ama zorla girecekseniz, o başka.
Hazret-i Fudayl’ın yaşlı annesi vardı içerde.
- Aç oğlum, dedi. Sultana karşı ayıptır.
Annesini kırmayıp açtı kapıyı.
Cehennemde yanmasa
Ama onlar girince kandilini söndürüp;
- Gözüm, dünya ehli birini görmesin, buyurdu.
O, dünya sultanıydı, bu, gönüller sultanı.
O, bunda arıyordu gönlünün dermanını.
Harun Reşid;
- Bir nasihatını almak için kapına geldim, dedi.
Hazret-i Fudayl, karanlıkta sultanın elini tutup;
- Ne yumuşak el, Cehennemde yanmasa bari, buyurdu.
Harun Reşid ağladı.
Büyük Veli, sözüne devamla;
- Ey Harun! Sen milletin sultanısın. Ama asıl sultanlık nedir biliyor musun?
- Nedir yâ Fudayl?
- Kendi nefsine sultan olabiliyor musun? Asıl sultanlık budur işte.
|