Henüz vefat etmeden, birkaç gün önce idi.
Rabbine kavuşmanın, şevk ve sevincindeydi.
Ahirete göçmesi olmuşken böyle yakın,
İnsanlar, sohbetine gelirdi akın akın.
Talebesinden biri, sılaya gitmek için,
Huzuruna gelerek, istedi ondan izin.
Buyurdu: (Güle güle, emanet ol Allah’a.
Lakin görüşemeyiz senin ile bir daha.)
Diğer talebeleri, duyunca bu sözleri,
Ağlayıp, herbirinin yaşla doldu gözleri.
Birkaç gün kalmıştı ki vefatına nihayet,
Talebeyi toplayıp, son defa etti sohbet.
Buyurdu ki: (Kalbimden, her neyi geçirdimse,
Ve hangi bir nimete kavuşmak istedimse,
Hak teâlâ hepsini, eyledi bana ihsan.
Her arzuma kavuşmam, oldu kolay ve asan.
İslam-ı hakikiyi nasip etti nihayet.
Verdi salih amelle, istikamet, keramet.
Tasavvufta, ne kadar derece varsa eğer,
Rabbimiz, herbirini kıldı bana müyesser.
Elde edemediğim, kaldı ki bir tek makam,
O da şehid olmaktır, budur şimdi bana gam.
Kavuştum tasavvufta makamların hepsine.
Şimdi arzum, ermektir şehidlik rütbesine.
Hocalarımın çoğu, şehadet şerbetini,
İçerek bitirdiler, en son nefeslerini.
Ve lakin yaşlandım ben, zayıf düştü vücudüm.
Yoktur cihad edecek bir kuvvetim ve gücüm.)
Mazhar-ı Can-ı Canan, bu son sözleri ile,
Şehidlik arzusunu getirdi böyle dile.
Son günleri idi ki, o yer ahalisinden,
Huzuruna gelenler, artmıştı eskisinden.
Binyediyüz seksenbir miladi senesinde,
Ve Muharrem ayının, yedinci gecesinde,
Mübarek hanesinin önüne bir aralık
Yabancı kimselerden, doldu bir kalabalık.
Niyetleri kötüydü, bilhassa üç kişinin.
Israr ediyorlardı içeri girmek için.
Nihayet izin alıp, hanesine girdiler.
Bunlar moğol kâfiri ve mecusi idiler.
Hem de tanımazlardı kendisini o zaman.
Sordular ki: (Sen misin, Mazhar-ı Can-ı Canan?)
(Evet, benim) deyince, durmayıp onlar daha,
Hücum edip, hançerle başladılar vurmaya.
Ağır yaralanarak yıkıldı yere hemen.
Üç gün sonra, Rabbine kavuştu ebediyen.
On Muharrem, Aşure ve Cuma akşam vakti,
O da, şehid olarak Hakka oldu mülaki.
|