Seyyid Nur Bedevani, büyük bir veli idi.
Sözleri, herkes için pek çok fadeliydi.
Hindistan’ın Bedevan şehrinde doğan bu zat,
Yine bu memlekette, Delhi’de etti vefat.
Seyfettin Faruki’nin bulunup sohbetinde,
Bir kâmil-i mükemmil oldu nihayetinde.
Devamlı okuyarak, Resulün hayatını,
Ona göre yapardı, her iş ve taatını.
Helaya, sağ ayakla girmişti bir gün sehven.
Tasavvufi halleri, bağlandı bu sebepten.
Üç gün tövbe ederek, yalvarınca Rabbine,
Önceki hallerine, kavuştu aynen yine.
Dünya düşkünleriyle görüşmezdi katiyen.
Her gün yiyeceğini, seçerdi helalinden.
O kadar çok ibadet etmişti ki hayatta,
Çok ayakta durmaktan, büküldü beli hatta.
Buyurdu: (Otuz yıldır, herhangi bir yemeği,
Geçirmedim kalbimden, pişittirip yimeyi.
Ne zaman yiyeceğe gerek duysaydım bilfarz,
Yanımda ne bulduysam, o şeyden yerdim biraz.)
Bir günde, bir defa ve helal yerdi muhakkak.
Bir yemek şüpheliyse, dururdu ondan uzak.
Yemek ikram etmişti kendisine bir zengin.
Bir bahane söyleyip, yemedi ondan lakin.
O dedi ki: (Efendim, helaldi yemeğimiz.
Çok üzüldüm, acaba ne için yemediniz?)
Yakın talebesine buyurdu ki o hemen:
(Yemekte zulmet vardı, yemedim bu sebepten.)
Onlar araştırdılar gizlice bunu derhal.
Gördüler ki, yemeğin malzemesi hep helal.
Sonra anladılar ki, o kimsenin niyeti,
Halis değil, maalesef gösterişmiş meğer ki.
Dünyaya düşkün biri, bu zattan, emaneten,
Bir kitap isteseydi, verirdi ona hemen.
Lakin geri gelince, iki üç gün müddetle,
Alıp da okumazdı, onu umumiyetle.
Sohbetin tesiriyle, kitaptaki o zulmet,
Dağılınca, alır ve okurdu en nihayet.
En büyük talebesi, Mazhar-ı can-ı Canan.
Ondan bahsettiğinde, ağlardı çoğu zaman.
Derdi ki: (Seyyid Nur’a, siz yetişemediniz.
Eğer ona yetişip, bir defa görseydiniz,
Derdiniz ki: Ne kudret sahibidir ki Allah,
Böyle bir mübarek zat yaratmış, sübhanallah!
Herkesin, baş gözüyle göremediklerini,
O, kalb gözüyle görür, anlardı herbirini.)
Talebesinden biri, yabancı bir kadına,
Bakıp da geldiğinde hocasının yanına,
Buyurdu: (Sende zina zulmeti görüyorum.
Yabancı kadınlara, bir daha bakma yavrum.)
Kızımı kurtarın!
Seyyid Nur Bedevani, evliya-yı kiramdan.
Titizlikle kaçardı, her günah ve haramdan.
Kerametle doludur, baştan sona hayatı.
Başı derde düşenler, arıyordu bu zatı.
Bir gün, yaşlı bir kadın gelerek huzuruna,
Ağlayıp, bir derdini arzetti yine ona.
Dedi ki: (Bir gün cinler, kızımı kaçırdılar.
Düşünüp, en sonunda buraya geldim naçar.)
O, bunları dinleyip, tefekkür etti biraz.
Ve sonra buyurdu ki: (Rabbime ettim niyaz.
Allah’ın izni ile, kurtulacak o yine.
Sen müsterih olarak, avdet eyle evine.)
Çıkıp, eve gelince o yaşlı kadıncağız,
Gördü ki, hakikaten oturuyor evde kız.
Çok sevinip dedi ki: (Ey kızım, söyle hele.
Sen, nasıl o cinlerden kurtulup geldin eve?)
Dedi ki: (Onlar beni, o gün yakaladılar.
Günlerce at koşturup, bir sahraya vardılar.
Ellerimi bağlayıp, hapse attılar, fakat,
Biraz önce yanıma, geldi nur yüzlü bir zat.
Ellerimi çözerek, çıkardı dışarıya.
Bir de baktım, bir anda ben gelmişim buraya.)
Bir gün de, iki kişi huzuruna geldiler.
(Bizi, talebeliğe kabul edin) dediler.
Lakin itikatları bozuk idi bir hayli,
O zattan gizlemeye çalıştılar bu hali.
Onların kalblerini görüyordu o fakat.
Buyurdu ki: (Lazımdır önce doğru itikat.
Bu bozuk itikattan, evvela vazgeçin siz.
Bize tâbi olmayı, sonra talep ediniz.)
Onlar, bu kerameti görür görmez bu zattan,
Derhal rücu ettiler o bozuk itikattan.
Biri de, dükkan açtı evinin yakınında.
Sonra, içki satmaya başladı dükkanında.
Talebeden birkaçı, bir araya geldiler.
Adamın dükkanını, yıkıp harab ettiler.
O bunu işitince, daha da üzülerek,
Buyurdu ki: (Sizlere düşmezdi ceza vermek.
Zira bu, hükümetin vazifesidir şu an.
Niçin böyle yaptınız bana hiç danışmadan?)
Sonra, altın doldurup, bir kesenin içine,
Gönderdi onlar ile, o dükkan sahibine.
Buyurdu: (Bu altını, götürüp ona verin.
Ve bu işten ötürü, ondan özür dileyin.)
Onlar, o altınları gidip ona verdiler.
Ve çok özür dileyip, helallık dilediler.
O da çok memnun olup, hakkını etti helal.
Ve gelip Seyyid Nur’a talebe oldu derhal.
|