Abdülkadir-i Geylani zamanında, Bağdat'ta,
Bir taun hastalığı yayıldı her tarafta.
Her gün, yüzlerce kişi ölüyordu bu dertten.
Bu taundan, insanlar, muzdarip oldu hepten.
Bağdat'ın ahalisi, Gavs-ül a’zama gelip,
Şikayet eylediler hallerini arz edip.
Dedi: (Medresemizin önündeki avlunun,
Otlarında mevcuttur şifası bu taunun.)
Gerçekten şifa oldu o otlar buna, fakat,
Yine Gavs-ül a’zama geldiler bir cemaat.
Dediler ki: (O otlar, iyi geldi ve lakin,
Maalesef yetişmedi hepsine ahalinin.)
Buyurdu: (Avlumuzda bir çeşme akıyor ya,
O sudan içenler de, kavuşurlar şifaya.)
O sudan kim içtiyse taun hastalarından,
Hepsi de şifa bulup, taun kalktı ortadan.
O devirde Mısır'da, var idi ki birisi,
Çoktu Gavs-ül a’zama muhabbeti, sevgisi.
Bir gün, onu görmeye Bağdat'a gitti, fakat,
Dediler: (Gavs-ül a’zam, maalesef etti vefat.)
Onu göremeyince, hüzün çöktü kalbine.
Yöneldi bu hüzünle, onun nurlu kabrine.
Edep ile, ruhuna okuyordu ki, birden,
Çıkıp tuttu elini Gavs-ül a’zam kabirden.
Onu, talebeliğe kabul etti orada.
İrşad için, icazet verdi ona sonra da.
Bir anda oluverdi bir kâmil-i mükemmil.
Allah'ın kullarını, irşada oldu ehil.
Abdülkadir Geylani, çok büyük bir veliydi.
Onun büyük olduğu, heybetinden belliydi.
Bir kimse, kendisini görse idi ansızın,
Dehşete kapılırdı elinde olmaksızın.
Talebesinden biri, ayrıca der ki yine:
(Kırk sene, aralıksız hizmet ettim kendine.
Dikkat ettim, yatsının abdestiyle her zaman,
Sabah namazını da kılardı muntazaman.)
Resule sevgisi de, pek fazlaydı bu zatın.
Evladı oluyordu zaten Resulullahın.
Bir gün, ziyaretine gelerek bu aşk ile,
Ravdasına yüz sürüp, ağladı gözyaşıyle.
Kırk gün ziyaret edip, sonra bu mübarek zat,
Şu beytleri okuyup, eyledi münacaat:
(Okyanus dalgaları gibi çoktur günahım.
Hatta yüce dağlardan bile çoktur, anladım.
Ve lakin affedici kerimlerin katında,
Sinek kanadı kadar bile değil aslında.)
Okuyup bitirince işbu beyitlerini,
Gördü Resulullahın o mübarek elini.
Büyük bir saygı ile, müsafeha ederek,
Öpüp koydu başına, kendisinden geçerek.
|