Abdülmuttalib, bir gece rüyada ses işitti:
- Kalk! Zemzem kuyusunu çıkar!
Uyandı, tekrar uyudu.
Aynı sesi yine duydu:
- Kalk ey Abdülmuttalib! Zemzem kuyusunu çıkar!
Üçüncü gece de gördü aynı rüyayı.
Ve sordu hemen:
- Zemzem nedir?
- O, bir sudur ki, susuzları kandırır, açları doyurur, hastalara şifa olur.
Sordu yine:
- Yeri neresidir?
- Kâbe’nin yanıdır. Yarın oraya git, bekle. Kırmızı gagalı bir karga gelip, gagasıyla yeri eşeler. İşte orasıdır.
Uyanıp mırıldandı:
- Hayırdır inşallah! Bu, ilahi bir işaret.
Oğlu Harisi alıp, koştu o yere.
Az sonra bir karga gelip, başladı yeri eşelemeye.
Gagası kırmızıydı.
- Tamam! dedi.
Ve başladı kazmaya.
Çok geçmeden göründü kuyu ağzı.
Sevinçle haykırdı:
- Allahü ekber!
Fakat Kureyşliler toplanıp geldiler ve;
- Bu kuyuda bizim de hakkımız var! dediler.
Abdülmuttalib;
- Hayır! dedi. Bu, yalnız bana ihsan edilmiştir.
Tehdit ettiler:
- Ama sen yalnızsın. Bizimle baş edemezsin!
İçi burkuldu.
Bana on oğul verirsen…
Kalbinden;
“Ya Rabbi! Bana on oğul verirsen, birini senin için kurban edeceğim” dedi.
Ve bir teklifte bulundu onlara:
- Gelin, hakeme gidelim!
- Olur, gidelim!
Şam’da bir kâhin vardı.
Onun hakemliğinde anlaşıp düştüler yola.
Ancak hava çok sıcaktı.
Susuzluktan bir adım atamaz hale geldiler.
Herkes hayattan ümidini kesmişti ki, Abdülmuttalibin sesi yükseldi:
- Koşun! Koşun!
Hep oraya seğirttiler.
Abdülmuttalib sevinçle bağırdı:
- İşte size su!
Evet, çöl ortasında, Abdülmuttalibin ayağı dibinden bir su fışkırıyordu.
Hem de ne su.
Leziz ve serin.
Kana kana içip, hayat buldular.
Ölümden kurtulmuşlardı.
Büktüler boyunlarını.
- Ey Abdülmuttalib! Tamam. Zemzem kuyusu senindir, dediler. Geri dönüyoruz!
Ve döndüler.
Abdülmuttalibin alnında parlayan “Nur-u Muhammedi” hürmetine bu mucize gerçekleşmiş ve Zemzem kuyusunu çıkarma şerefi ona nasip olmuştu.
|