Manisa’nın Akhisar kazasını nurlandıran bir Allah dostu var.
Karacaahmet "rahmetullahi aleyh".
Hoş sohbet, latifeci, tatlı ve sevimli bir zat idi.
Bir gün, huzuruna genç biri geldi ve;
- Hocam bir şey sorabilir miyim? dedi.
- Tabii, buyur evladım.
- Dünya için çalışmak günah mıdır efendim?
Cevabında;
- Hayır. Bilakis helal lokma yemek için çalışmak ibadettir, buyurdu.
Delikanlı şaşırdı:
- Dünya malı kötü değil mi yani hocam?
- Hayır, mal kötü değildir. Kötü olan, “Mal sevgisi”ni kalbe sokmaktır evladım.
Onun benden ne farkı var?
Her Velide olduğu gibi, bu zatı da sevmeyen, karşı gelen ve üzen bir kimse vardı o devirde.
Cahil ve kibirli biriydi.
- “Ben de Veliyim” derdi. “Onun benden ne farkı var ki?”
Bu zavallı, bir gün aynen o büyük zat gibi giyinip çıktı evden.
Yani aynı renkte bir cübbe giydi.
Aynı külahtan geçirdi başına.
Bu kıyafetle dolaşıp, hürmet ve itibar görmek istedi insanlardan.
Ama eremedi muradına.
Çünkü ata binerken düştü ve boynu kırıldı.
Acılar içinde kıvranırken kalbi değişti.
Ve yalvardı yakınlarına:
- Ne olur, beni o zata götürün!
Anlıyamadılar:
- Kime götürelim seni?
- Karacaahmet hazretlerine.
Derhal o zata götürdüler kendisini.
Mübarek zat, merhamet nazarıyla baktı ona.
Eliyle boynunu sıvazlarken sordu:
- Pişman mısın?
- Hücrelerime kadar.
- Pişmanlık, tövbedir kardeşim.
- Ben de tövbe ettim. Bin kere tövbe ettim.
Büyük Velî;
- Öyleyse boynun düzelir, buyurdu. Çünkü tövbe, en güzel ilaçtır.
O anda boynu düzeldi adamın.
Hemen ellerine sarıldı büyük Velinin.
- Çok iyi anladım efendim.
- Neyi anladın?
- Evliya olmak, cübbe ve külah giymekle olmazmış. Bunu anladım.
|