1300 lü yıllar.
Gelibolu’da Allah dostlarından biri yaşamaktadır.
Hoca Hamza Efendi "rahmetullahi aleyh".
Cehennemde yanacak olanları düşündükçe üzülür.
Mahvolur adeta.
Seher vakitlerinde secdeye kapanır,
-Ya Rabbi! Hiç kimseyi ateşte yakma, diye yalvarır.
Gözyaşı döker.
Onun meclisinde gıybete yer yoktur ayrıca.
Yapan olursa, derhal susturur ve;
- O dediğine, ben daha çok layığım, der. Kötüleyeceksen beni kötüle.
Eyvah, gitti oruç
Bir gün, yanında valiyi kötülerler.
- Eyvah! der, gitti orucun sevabı.
- Siz gıybet etmediniz ki, derler.
- Evet, gıybet etmedim der, ama dinledim. Gıybette dinleyen de ortaktır günaha.
O, duası makbul bir Allah dostudur.
Dermansız hastalar ona koşar.
Bir duası ile şifaya kavuşurlar.
Kendinde de vardır bazı hastalıklar.
Bu yüzden namazlarını özürlü kılar.
Dostlarından biri dayanamaz.
Gelir bir gün huzura,
- Efendim! der, herkes hastalığı için size geliyor. Duanızla iyi oluyor. Kendiniz için de dua etseniz!
Mübarek zat gülümser.
- Kardeşim! der, onlar hastalıktan kurtulmak istiyor ve kurtuluyorlar. Biz ise razıyız halimizden. Sevgiliden gelen sevilir, şikayet edilmez ki.
Halis mümin nasıldır?
Bir talebesi sorar bu zata:
- Halis mümin hasıl olmalı?
Şöyle cevap verir:
- Halis mümin Rabbini çok sever. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın haldedir. Günahlarını düşündükçe uykusu kaçar. Gözyaşları sel olup akar. Utanır Rabbinden. Başını kaldıramaz yerden.
Ve şöyle devam eder:
O, her sıkıntıda kusuru kendinde görür. Her nefeste Rabbini düşünür. Kalbleri Allah’ın evi bilir, incitmez kimseyi.
Mübarek zat, Cehennem korkusu ile çok zaman ağlardı.
Bunun için sık sık;
- “Bir insan nasıl yanar?” derdi sevdiklerine. “Ateş” deyip geçmeyin. Yanmak çok zor.
Ve şöyle devam ederdi:
- Bir kibrit alevine tutun parmağınızı. O zaman anlarsınız ateşin ne demek olduğunu.
|