Sultan Ahmet Han ”rahmetullahi aleyh“, bir gün fazla yorulur.
Dinlenmek ister.
Erkanı ile bir koruluğa gider, oturur.
Hizmetçiler koyun keser kızartırlar.
Sofrayı donatırlar.
Padişah gelir, oturur.
Ve bir lokma koparır kızarmış etten.
Tam ağzına götürecektir ki, biri tutar elini.
Bakıp görür yanında Hüdayi hazretlerini.
Büyük Veli;
- Yemeyin sultanım, der. Bu et zehirli.
Padişah;
- Peki, der. Yemez.
Ama kendisini bir daha göremez.
Bir anda kaybolmuştur gözden.
“Bu da, hocamın bir himmeti” der.
O eti bir köpeğe verirler.
Hayvanın yer yemez öldüğünü görürler.
Denize düşen mühür
Bir gün de Sultan Ahmet Han, bir vezirini azleder.
Mührünü alır, yerine başkasını tayin eder.
Mührü verir bir vazifeliye.
Emreder:
- Bunu yeni vezire götür! diye.
Yeni vezir, Üsküdar yakasında oturmaktadır.
Adamcağız çıkar yola.
Gidip biner bir kayığa.
Lakin binerken, o mührü denize düşürür elinden,
Üzülerek döner geriye.
Arzeder Padişaha;
- Mührü kaybettim, diye.
Sultan emreder:
- Hüdayi hazretlerine git. O, bu işi halleder.
Vazifeli;
- Baş üstüne efendim! der.
O zata gider.
Arz eder sultanın dileğini,
Büyük Veli, seccadenin altına sokar elini.
Mührü çıkarıp, avcuna koyar.
Öyle ki, keseden sular damlar.
En son “Allah” der
Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri, vefat etmeden önce bütün sevdikleriyle helallaşır.
Vasiyetini yazar.
“Kelime-i şehadet”i söyler.
Ve “Allah!” der, ruhunu teslim eder.
Türbesi, Üsküdar’da, kendi dergahındadır.
Ziyaret edenler, çok faydalanır.
|