Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri ”rahmetullahi aleyh“ devrinde bir kimsede simya ilmine karşı bir merak uyanır.
Bunu kimden öğrenebilirim diye düşünürken, bir tavsiye alır.
“Bu ilmi, Aziz Mahmud Hüdayi iyi bilir” derler kendisine.
Bunu duyar, koşar bu zatın evine.
- Efendim, simya ilmini bilirmişsiniz, der. Bana da öğretir misiniz?
O esnada mübarek zat, bir asmanın altında oturmaktadır.
- Olur, öğretirim, buyurur.
Sonra asmadan bir yaprak koparır.
Üzerine dua okur.
Adam, gözünü ayırmaz bu Veliden.
Maksadı, püf noktasını öğrenmektir.
Pür dikkat izler ne yaptığını.
Kulak verir, dinler ne okuduğunu.
Ve birazdan görür hayretle asma yaprağının altın olduğunu.
Ama duayı tam ezberleyemez
- Efendim, o duayı tekrar eder misiniz, diye rica eder.
Mübarek zat;
- Peki, der. Tekrar eder.
Bir daha, bir daha…
Adam duayı ezberler.
Neler yaptığını da iyice beller.
- Tamam, der. Kavradım. Ben de dua okur, yaprağı altın yaparım.
Bir dua okumakla olacak sanır.
Koparır asmadan bir yaprak.
Okur duayı, bekler ki Altın olacak.
Ama heyhat! Yaprak, yine yapraktır.
Üzülür, canı sıkılır.
Bir yaprak daha koparır.
Okur duayı, netice aynıdır.
Bir daha tekrar eder.
Yine olmaz.
Ne kadar uğraşsa da yaprağı altın yapamaz.
Mahcup olur, utanır.
- Efendim, ben de aynı duayı okudum, der. Neden olmuyor?
Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri;
- Yüz defa da okusan, olmaz, buyurur.
- Neden hocam?
- Dua, aynı dua. Ama ağız aynı değil.
- Anlamadım.
Buyurur ki:
- Önce nefsini temizle evladım. Nefsi simya etmeden bu ilme kavuşulmaz.
Ve ekler:
- Nefs “Altın” olmadan, bu yaprak “Altın” olmaz.
|