Mevlana hazretleri “rahmetullahi aleyh“, Konya’da yaşar.
Nasihatlarıyla insanları irşad eder.
Bir gün camide hazret-i Musa ile hazret-i Hızır’ın meşhur kıssasını anlatmaktadır.
Ancak cemaatte garip bir kimse vardır.
Şöyle ki, hem onu dinler, hem de;
- Sanki sen de bizimleydin, diye mırıldanır.
Bunu, yanındaki adam duyar, meraklanır.
Kendi kendine;
Bu, Hızır olabilir, diye düşünür.
Ona daha sokulur ve
- Sen herhalde Hızır’sın, der. Lütfen bana ihsan et.
O kimse, gerçekten Hızır’dır.
- Mevlana varken benden istemen, su yanında teyemmüm almaya benzer, buyurur.
Ve gözden kaybolur.
La ilahe illallah!
O devirde yine bir alim vardır ki, hazret-i Mevlana’nın kıymetini bilmez.
Gerçi biraz ilmi vardır.
Ama yine de onu sevmez.
Bir gün, alimler bir evde toplanır.
Bu toplantıda bu alim de vardır.
Bunu fırsat bilip, Mevlana hazretleri aleyhinde sözler söyler.
- Bu mecliste o ne derse, ters cevaplar vereceğim, der.
Sadreddin-i Konevi hazretleri onu ikâz eder.
- O, Allah’ın sevgili kuludur, buyurur. Eden kendine eder. Böyle yapmakla bir şey geçmez eline. Hem yakışmaz ilim ehline.
Ancak adam inatçıdır.
Derken hazret-i Mevlana teşrif eder.
Herkes, meraklı gözlerle ona döner.
Öyle ya, acaba ne söyleyecek.
O kişi nasıl cevap verecektir?
Büyük Veli, o alime döner;
- “La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah” der. “Haydi varsa cesaretin tersini söyle!”
Adam hayrette kalır.
Ne diyeceğini şaşırır
Tersini söylese, küfre girecektir zira.
Mahcup olur, utanır.
İşte o zaman Mevlana hazretlerini iyi tanır.
Yapacağı bir tek şey vardır artık.
O da onu yapar.
Elini öpüp affını diler.
Dahası, hizmetine girer.
Onun himmetiyle tasavvuf yolunda hızla ilerler.
|