Abdülehad Nuri hazretleri “rahmetullahi aleyh“, büyük Velilerdendir.
Hâl ehli olup, kerametleri anlatılır halk arasında.
Bu zat, Peygamber efendimiz aleyhisselamdan manevi emir alıp "Midilli"ye gider.
Orada, gayri müslim "yetmiş kişi" vardır.
Onu görünce hepsi imanla şereflenirler.
Sonra İstanbul’a döner.
Sultanahmet, Bayezit ve başka büyük camilerde vaaz edip halkı irşad eder.
Nihayet vefatı yaklaşır.
Dersleri bırakıp kendini ibadete verir.
Ve hastalanır bir gün.
Hekimler ilaç verir.
Ama o, hiçbirini kullanmaz.
Sorarlar:
- Niçin ilaç almazsınız?
- İlaç fayda vermez artık.
Neden?
- Çünkü biz ahirete gitmeye davet aldık.
Hastalık gittikçe ağırlaşır.
Çok geçmeden Rabbine kavuşur.
Gaslini yapan kimse;
- Garip şeyler gördüm, der.
- Ne gördün? derler.
- Ne tarafa çevirmek istesem kendiliğinden dönüyordu, der.
Yanından ayrılmaz
Talebesinden bir Sadık Efendi vardır.
Bu kişi, Beytullah’a gitmeye niyetlenir bir ara.
İzin alıp düşer yollara.
Ama bir şey çeker dikkatini.
Şöyle ki, her tehlike anında, hocasını görür yanında.
Nihayet Kâbe’ye varır.
Fakat o da ne?
Hocası yine yanındadır.
Şaşkınlığı daha artar.
Hacdan geri geldiğinde, görür ki hacca gitmemiş hocası, evinde oturmaktadır.
Toprak, altın oldu
Bir gün de, sevdikleriyle boğaza giderler.
Sohbet sırasında;
- Efendim, eski veliler, toprağı “Altın”a çevirirmiş, derler.
Mübarek zat yerden bir avuç "Toprak" alır.
Böyle söyleyenin avcuna koyar.
O anda "Altın" olur toprak.
Böyle söyleyen utanır.
Bir faydası olur ama.
Sevgisi artar bu zata.
|